|
UNUTTURULAN İSLAM KÜLTÜRÜ
Bugün düzenli çalışmalarla, İslâm'ın her
alanda kültürü yıkılmaya gayret edilmektedir. Müslüman çocuklarının
kabiliyetlerine göre bunlara kulak verilmelerine çalışılmaktadır. Hatta,
insan şu gerçeği rahatlıkla görebilmektedir. İslâm kültürünün yıkılması için
hemen her taraftan İslâm beldeleri kuşatılmış bulunmaktadır.
İslâm tarihini mi ele almak istiyorsun, onu ortaya koymaya
çalışanların adeta bununla İslâm'ın değişik düşmanlarına hizmet ediyor
bulursun. Çünkü çarpıtılarak aktarılmaktadır. Arap dilini mi ele almak
istiyorsun, onun üzerinde de bir çok çalışmalar yapılıyor. Öyle ki İslâm
kültürünü öldürmeye varabilecek değişiklikler yapılarak öğretiliyor.
Rasûlüllah'ın sünnetini mi ele almak istiyorsun, onda da şüpheler meydana
getirilerek öneminin yitirilmesine çalışılmaktadır. İslâm fıkhı üzerinde
şüpheler koparılmakta, kuşkuyla karşılanmasına gidilmektedir. Kur'an-ı
Kerim'e gelince, buna da dil uzatılacak noktaya gelinmektedir.
Öyle ki bugünkü İslâm dünyasında yapılan çalışmalarla, müslümanlar
ile İslâm arasına engeller koymaya çalışılmaktadır. Ayrıca İslâm için
çalışan her ad altındaki teşkilatları, çeşitli teşkilatlar kötülemeye, halk
nazarında değerini düşürmeye gayret göstermektedirler. Ya da İslâm'ın sesini
kısmak ve susturmak istiyorlar. Bilindiği üzere İslâm; Allah'a ve Rasûlü'ne
iman esasına dayanır. Bakıyoruz ki. tüm gayret ve çabalar bu iki esas
hakkında şüpheler doğurmaya gayret gösteriyor. Öyle ki değişik araç ve
yollarla yapılıyor. Yani İslâm'ın herhangi bir cephesinde bir ilerleme veya
çalışma görülmesin ki, mutlaka orada bir şüphe oluşturulmaya
çalışılmaktadır. Hemen en azılı bir biçimde saldırıya geçilmektedir.
Çalışmalar, İslâm'ı yıpratmak için ve İslâm'ın yerini almak için değişik
isim ve kuruluşlar adıyla türlü hareketlerle ortaya çıkmaktadır.
Hatta bu İslâm düşmanları, eğitim ve Öğretim kuruluşlarını, hem de
bunların resmi olanlarını bile ele geçirmiş durumdalar. Bunları değişik
metod ve programlarla yönlendiriyorlar. Kitaplar, ders araç-gereçlcri...
bunların öğrenimini de herkese zorunlu kılmış durumdalar. Böylece İslâm ile
şu veya bu manada ilgisi bulunan kimselerin de fikirlerini bulandırmayı
amaçlamış olmaktadırlar. Müslümanlar bizzat kendilerine ait olan İslâm
kültürüne bağlı her tür güzelliği yitirmiş durumdalar. Hatta İslâm kültürü,
kendi ülkelerinde hezimete uğramış durumda bulunmaktadır.
ÖLÇÜLER DEĞİŞİNCE
Tüm bu Ölçüler değişince, müslüman adeta ortada kaldı. Her bir müslümanın
elinde değişik bir ölçü. Öyle ki Kitap ve Sünet ölçüsü adeta ellerinde
kaybolmuş durumdadır. Örnek mi istiyorsun. İşte kişinin Allah ile olan
münasebetinde doğruluk ölçüsüne misaller olarak şu âyetleri görelim:
a- "Mü'minlerden öyle erkek
adamlar vardır ki, üzerinde Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler;
böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi (şehid oldu). Kimi de
beklemektedir." (123)
Bu âyette belirtildiği gibi sadık kimse, ya Allah yolunda ödürülen
bir adam veya Allah yolunda öldürülmeye hazır bekleyen kimsedir.
b- Sadık kimse demek iman ile cihadı birbirinden ayırdetmeyen,
ikisini birleştiren kişi demektir. Nitekim Rabbimiz şöyle buyuruyorlar:
"Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve
Rasûlü'ne iman ettiler, sonra hiç bir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda
mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık olanların ta
kendileridir."(!24)
"Yüzlerinizi doğudan ve batıdan çevirmeniz, iyilik (Birr: Takva
ve itaat) değildir. Ama iyilik, Allah'a , a h i r et gününe, meleklere,
Kitab'a ve Peygamberlere iman eden; ona olan sevgisine rağmen, malı
yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmış, isteyip-dilenene ve kölelere
(özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve
ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve
savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışıdır).
İşte bunlar, sadık olanlardır ve takva sahibi olanlar da bunlardır." (*)
Görüldüğü gibi sadık; söz doğruluğu yanında diğer sayılan tüm
hususları içermektedir.
Fakat bugünün müslümanlarına gelince, kimisi sıdk yani doğruluğu
sadece Allah'ı zikretmek olarak değerlendirmektedir. Kimisi sadece kişinin
sözde doğruluğu diye kabul etmektedir. Kimisi şöyle ve kimisi de böyle
değerlendirmektedir. Fakat esas ölçü ise kaybedilmiştir. Şimdi de başka bir
örnek verelim. İman ve İslâm ölçüsü. Bu iki ölçü Kitap ve Sünnet'te
aşağıdaki şekilde ifadesini bulmaktadır:
a- Müslümanın münker karşısındaki tutumu, onun iman ve İslâm'a ne
denli değer verdiğinin örneğidir. Rasûlüllah (a.s.) şöyle buyuruyor.
"Sizden her kim bir münkeri görürse onu hemen eliyle (güç
kullanarak) değiştirsin. Şayet buna gücü yetmezse, diliyle bunu değiştirsin,
eğer buna da gücü yetmez ise, kalbiyle bunu istemesin, buğz etsin. İşte bu
(üçüncüsü) ise imanın en zayıf derecesidir." (l25)
Kötülük karşısında müslümanın tutumu, onun iman ve İslâm
derecesinin ölçüsüdür.
b- Rasûlüllah (a.s.) bir diğer hadislerinde şöyle buyuruyorlar:
"Benden önceki ümmetlere gönderilen hiç bir peygamber yoktur ki,
mutlaka Allah, o peygambere ümmeti içerisinden yardımcılar ve arkadaşlar
vermiştir. Bunlar, onun sünnetini alıyorlar ve emrine uyuyorlardı. Daha
sonra bunların yerlerine öylesi bir takım kimseler geldiler ki
yapmadıklarını söylüyorlar. Emrolunmadıkları şeyleri yapıyorlar. İşte her
kim böyelleriyle eliyle (güç kullanarak) cihad ederse o, mü'mindir. Kim
bunlarla diliyle cihad ederse mü'mindir ve kim de kalbiyle cihad ederse o da
mü'mindir. Artık bunun ötesinde ise imandan bir hardal (zerre) kadar eser
yoktur."(l26)
Bu hadiste iman ölçüsü olarak. Allah'ın emrinden yüz çevirenlere
karşı cihad gösterilmektedir.
c- Rabbimiz şöyle buyuruyor: "Mü'minler ancak o kimselerdir ki,
Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun âyetleri onlara okunduğunda
imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler. Onlar, namazı
dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak
ederler. İşte gerçek mü'minler bunlardır."(127)
İşte Kitap ve Sünnette iman ve İslâm'ın ölçüsü budur. Fakat günümüz
müslümanlarına gelince kimisi iman denilince, sadece tasdikten ve
doğrulamaktan ibaret sayıyor. Kimisi de mücerred nefis ya da kalb
temizliğini esas alıyor. Sen kalb temizliğine bak diyor. Kimisinin ise bu,
dilinde bir laklakadan ve şakşakadan öteye geçmemektedir. Sadece
söyledikleri sözden ibarettir.
FARZLAR NAFİLE, NAFİLELER DE FARZ KABUL EDİLMİŞ
Bugün tabir yerinde ise tam bir İslâmî enflasyon vardır. Herkesin İslâm'ı
anlayış ve kavrayışları farklı farklı hale gelmiş bulunmaktadır. Durum böyle
olunca farzlar unutulmuş, nafileler de adeta farz değerine getirilmiştir.
Allah'ın tanzim ettiği ve önem verdiği şeyler kimileri tarafından artık
hafife alınır olmuştur. Allah (c.c.)'ın hafif gördüğü ve yumuşattığı kimi
şeyleri de bazıları katılaştırmışlardır. Buna benzer daha bir çok örnekler.
İşte misalleri:
Meselâ bir bölge ya da mahalle düşünün, burada elli kadar mescid ve
cami bulunmaktadır. Burada yeniden bir mescid inşa etmek güzel ve sevap olan
ecri bulunan bir iştir. Yapanlar ecir kazanırlar. Ancak bunun yanında
müslümanların birliği, her bölgede Allah'ın hükümlerinin uygulanması farzı,
Allah'ın nizamını uygulamak için bir mahkemenin ikamesi gibi tüm bunlar ayrı
ayrı farzlardır. Fakat bugün bu farzlar unutulmuş, hiç bir kimse bunlara
önem vermemektedir. Eğer bu mescid yapan (günümüzde devlet dairesi durumuna
getirilmiş bu binaları inşa eden) kimselere, bunun yerine yukarıdaki
hükümleri ikameye, ayakta tutmaya, hakim kılmaya çağırmaya kalkışsanız, pek
azı çağrınıza katılabilir. Hiç bir kimse, bu farzın ikamesi için bir tek
kuruşunu harcamaya yaklaşmaz.. Fakat mescide yardım denilince sayısızca
yardım görebilirsin. Meselâ kutsal bir kayanın imarı ve tezyini, süslenmesi
için bir çağrıda bulunsak, önümüze istemediğiniz kadar mallar dökülür ve
serpilir. Fakat aynı kayanın kutsallığı yanında korunması için (örneğin
Kudüs'ün kurtuluşu için) bir davette bulunsak, hemen hepsi cimri kesilirler.
İşte bu cimriliğin sonucudur ki en kutsal yerlerini, Mescid-i Aksa'yı
ziynetiyle ve imarıyla birlikte yahudiye teslim etliler. Onun elinde esir
kalmasına göz yumdular.
Müslümanların birliği ve vahdeti farzdır. Birbirlerini sevmeleri de
aynen farzdır, islâm kardeşliği de farzdır. Mü'minlerin velayetlerini ve
dostluklarını birbirlerine vermeleri de farzdır. Kâfirleri dost edinmemek ve
onlara velayet yetkisi vermemek de farzdır. İşte tüm bu farzlar adeta mubah
hale getirilmiştir. Aralarında nafile bir ihtilaf nedeniyle mü'minler
birbirlerine buğzeder olmuşlardır. Basit işler nedeniyle paramparça
olmuşlardır. Kimisi velayet yetkisini kâfirlere veriyor, bunu mü'minlerden
esirgiyor. Kâfirlere dostluk besliyor da, mü'minlerle dost geçinmeyi çok
görüyor. Sanki tüm bunlar pek ehemmiyetsiz şeyler imiş gibi görülmektedir.
Halbuki Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) şöyle buyuruyorlar: "Sizler
iman etmedikçe cennete giremeyeceksiniz. Birbirinizi sevmedikçe de mü'min
olamazsınız."(l 28)
Rabbimiz de şöyle buyuruyorlar: "Münafıklara müjde ver: Onlar
için gerçekten acıklı bir azab vardır. Onlar, mü'minleri bırakıp da
kâfirleri dostlar (veliler) edinirler."(129)
İSLAMÎ BİLGİ VE KÜLTÜRDE FARKLI ANLAYIŞLAR
Bugün müslümanlardan İslâm üzere kalmış olanlar da, çağdaş müslümanların
bilmesi gereken İslâm kültüründen ve İslâmî bilgilerden yoksun
bulunmaktadırlar. Herbirerleri ayrı ayrı hususlara önem vermektedir.
Çünkü günümüz müslümanlarının kendi davalarının mücadelesini
vermeleri için mutlaka bunu bilmeleri gerekir. Bakıyorsun kimi müslümanlar
fıkıh öğreniyor fakat diğer konuları ise unutuyor, değer vermiyor.
Bakıyorsun kimi müslüman da sünneti öğrenmeye ve okumaya gayret gösteriyor,
o da başka konuları ihmal ediyor. Bakıyorsun kimi müslümanlar da yeni İslâmî
araştırmalara değer veriyor, bunları okuyor ve fakat diğerlerini unutuyor.
Kimisi de İslâm tarihinden bir şeyler okuyor, öğreniyor, fakat bu da diğer
sahaları unutup ihmal ediyor. Kimi müslümanlar ise. çağdaş müslümanın
durumlarıyla ilgileniyor fakat diğer hususları unutuyor. Bakıyorsun kimi
müslümanlar da, müslümanlar aleyhindeki çalışmalara önem veriyor, fakat bu
da diğer sahaları unutuyor.
Fakat biz ise şöyle bir yolu tercih ediyor, savunuyor ve diyoruz
ki, her alanda ve her konuda uzmanlarımız olsun, ihtisas görmüş
elemanlarımız, bulunsun. Ancak herkesin de uzman ve ihtisas sahibi olması
mümkün değildir. Biz istiyoruz ki, mutlaka her müslümanın genel anlamda
bilmesi gereken kültürünü mutlaka öğrenmesi icabeder. İslâm kültürünün
esaslarını ve ikinci derecedeki şeyleri bilmesi gerikir. Şayet bu da her
müslüman için zor gelecek ise, hiç olmazsa en alt seviyede bilmesi gerekeni
bilmelidir. Bütün bunlar, İslâm şerefinin yüceltilmesi için bu alanlara daha
fazla ağırlık vermeyi gerekli kılmaktadır.
HEMEN ÇÖZÜLMESİ GEREKEN BİR KONU
İşte bu hemen çözüm isteyen, kültürel ve eğitsel manada müslümanların
yetiştirilmesi gereken bir husustur. Yoksa sonunda çağdaş müslümanın eğitimi
eksik olacaktır ve bu eksiklik de çok korkunç sonuçlar getirecektir. Bu
aralarında bir ölçü ve denge dahilinde olmazsa, kamil manada bir şey olamaz.
_____________________________________
123- Ahzab
sûresi, âyet: 23.
124- Hucural sûresi, âyet: 15.
(*) Bakara sûresi, âyet: 177.
125- Müslim, Sünen sahipleri ve Ahmed b. Hanbel Müsnedi'nde rivayet etmiş.
126- Müslim, İman bahsi.
127- Enfal sûresi, âyet:
2, 3. 4.
128- Müsim, Ehu Davııd. Tirmizî ve İbn Mııce.
129-Nisa sûresi, ayet: 138. 139.
Said Havva (Allah Erinin Ahlâk ve
Kültürü) |
|