Onlar Allah dışında hahamlarını,
rahiplerini ve Meryemoğlu İsa'yı ilah edindiler. Oysa onlara
sadece tek ilaha, kendisinden başka ilah olmayan ve onların
yakıştırma ortaklarından uzak olan Allah'a kulluk etmeleri
emredilmişti.
Okuduğumuz ayet, surenin bu kesitinin doğrusal bir uzantısıdır.
Bilindiği gibi surenin bu kesitinde müslümanların vicdanlarında
beliren şu tür kuşkular giderilmeye çalışılıyordu; "Bu adamlar,
yani yahudiler ile hristiyanlar, Kitap ehlidirler. Buna göre
onlar, Allah'ın dinine bağlıdırlar."
Bu kuşkulara karşılık, bu surede şu gerçeklere dikkat çekiliyor:
Bu adamlar, yüce Allah'ın dinine bağlı değildirler. Bu gerçeği
inançlarından sonra pratik hayatları da kanıtlıyor. Onlara tek
olarak yüce Allah'a kulluk etmeleri emredildi. Oysa onlar yüce
Allah'ı bir yana bırakarak hahamlarını ve rahiplerini ilah
edindiler. Tıpkı Meryemoğlu İsa'yı ilah edindikleri gibi. Bu
tutumları ise yüce Allah'a ortak koşmaktır, şirktir. Yüce Allah
onların bu ortak koşma yakıştırmalarından münezzehtir. Buna göre
onlar davranış ve pratik hayat düzeyinde gerçek dini din
edinmedikleri gibi inanç ve düşünce düzeyinde de Allah'a inanmış
değildirler.
Kitap ehlinin hahamlarını ve rahiplerini nasıl ilah edindiklerini
anlatmadan önce Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- bu
ayetin açıklamasına ilişkin sağlam kaynaklı sözlerine başvurmak
istiyoruz. Çünkü kesin çözüm O'nun sözlerindedir.
Bu ayette geçen "Ahbar" terimi, "Hebr" ya da "Hıbr" sözcüğünün
çoğuludur. Bu terim "Kitap ehlinin bilginleri" -daha çok yahudi
bilginleri- anlamına gelir. Yine bu ayette yeralan "Ruhban" terimi
ise "rahip" sözcüğünün çoğuludur. Bu terim, "Kendini ibadete
adamış, dünyadan el-etek çekmiş kişi" anlamına gelir. Rahipler
normal olarak evlenmezler, başkaca bir iş tutmazlar, geçim peşinde
koşmazlar.
"Durr-ül Mensur" adlı kitabın bir yerinde şöyle deniyor:
Tirmizi'nin, İbn-i Munzır'ın, İbn-i Ebu Hatem'in, Ebu Şeyh'in,
İbn-i Murdeveyh'in, Beyhaki'nin ve diğer hadis dergilerinin
bildirdiklerine göre, sahabilerden Adiyy b. Hatem şöyle diyor;
"Bir gün Peygamberimizin yanına gitmiştim. O sırada Tevbe
suresinin `Onlar Allah dışında hahamlarını ve rahiplerini ilah
edindiler' cümlesi ile başlayan ayetini okuyordu. Ayeti
bitirince bana dönerek şöyle buyurdu:
"Gerçi onlar hahamlarına ve rahiplerine tapınıyorlar, ibadet
etmiyorlar. Fakat bu din adamları kendilerine bir şeyi helal
kılınca o şeyi helal sayıyorlar, buna karşılık din adamları bir
şeyi yasaklayınca onu haram kabul ediyorlar."
İbn-i Kesir tefsirinde de şöyle deniyor: İmam-ı Ahmed, Tirmizi ve
İbn-i Cerir değişik kanallara dayanarak bize bu belgeyi
naklediyorlar: Adiyy b. Hatem, Peygamberimizin davetini alınca,
çağrısını işitince Şam'a kaçtı. Bu zat cahiliye döneminde
hristiyan olmuştu. Bir ara kız kardeşi kabilesinden birkaç kişi
ile birlikte müslümanlara esir düşmüş, fakat Peygamberimiz kadını
bağışlayarak, serbest bırakmıştı. Kadın kardeşinin yanına dönünce
onu müslüman olmaya ve Peygamberimize gidip kendisi ile görüşmeye
teşvik etmişti. Bunun üzerine Medine'ye geldi. -Bu zat o sırada
Tay kabilesinin şefi idi, babası da cömertliği ile ün salmış bir
kişi olan Hatem Tai idi.- Peygamberimizin huzuruna vardığında
boynunda gümüş bir haç vardı. O sırada Peygamberimiz `Onlar
Allah'ın dışında hahamlarını ve rahiplerini ilah edindiler'
cümlesi ile başlayan ayeti okuyordu. Ayet bitince bizzat kendi
ifadesine göre Peygamberimize `Onlar, hahamlarına ve rahiplerine
tapmıyorlar, kulluk etmiyorlar' dedi. Onun bu sözlerine
Peygamberimiz şu karşılığı verdi:
"Evet, ama din adamları onlara helal şeyleri yasakladılar ve
haram şeyleri serbest ettiler. Onlar da din adamlarının bu
hükümlerine uydular. Bu tutum, onların, din adamlarına kulluk
etmeleri anlamına gelir."
Tefsir bilgini Sudey, bu ayeti açıklarken şöyle der; `Onlar yüce
Allah'ın kitabını
arkalarına atarak din adamlarının hükümlerine
başvurdular. Bundan dolayı yüce Allah bu ayetin devamında `Oysa
onlara sadece tek ilaha kulluk etmeleri emredilmişti'
buyuruyor. Yani o tek ilah bir şeyi haram kılınca, o şey haram
sayılacak, O'nun helal ilan ettiği şeyler helal bilinecek, koyduğu
yasaya uyulacak ve verdiği hüküm yürürlüğe konacaktır."
Tefsir bilgini Alusi de bu ayeti şöyle açıklıyor; "Çoğu tefsir
bilginlerinin görüşüne göre bu ayetteki ilah edinmekten maksat,
Kitap ehlinin din adamlarını evrenin ilahları saydıkları, böyle
bir inanç taşıdıkları değildir; buradaki ilah edinmekten maksat,
onların din adamlarının kişisel emirlerine ve yasaklarına
uymalarıdır."
Gerek bu açık anlamlı ayetten, gerekse Peygamberimizin -son söz
niteliğindeki- yorumundan ve gerekse eski-yeni tefsir
bilginlerinin sistemine, bu dine ilişkin son derece önemli
gerçekler öğreniyoruz. Bu gerçeklere, aşağıda kısaca değinmek
istiyoruz:
1-
İbadet,
yasal hükümlerde Kur'an'ın ayetlerin ve Peygamberimizin bu
ayetlere ilişkin açıklamalarına uymak demektir. Yahudiler ile
hristiyanlar, hahamları ile rahiplerinin ilah olduklarına inanmak,
onlara ibadet amaçlı hareketler sunmak anlamında bu din adamlarını
ilah edinmiş değillerdi. Buna rağmen yüce Allah, bu ayette onların
müşrik olduklarına, bir sonraki ayette de kâfir olduklarına
hükmetmiştir. Bu hükmün tek gerekçesi, onların din adamlarını yasa
koyma mercii olarak kabul etmeleri, koydukları yasalara uymaları,
boyun eğmeleridir. İlahi hükmün tek sebebi budur. Ayrıca, inançta
ve ibadetlerde Allah'tan başkasını ilah edinmiş olmak şart
değildir. Sırf bu tutum, sahibini Allah'a ortak koşmuş duruma
düşürür. Sırf bu sapıklık, sahibini mü'minlerin safından çıkarıp,
kâfirlerin saflarına katmak için yeterlidir.
2-
Bu ayet
hahamlarına yasa koyma yetkisi tanıyan, onlarca konmuş yasalara
uyan ve itaat eden yahudiler ile Hz. İsa'ya ilahlık yakıştıran ve
ona ibadet amaçlı davranışlar sunan hristiyanları aynı derecede
müşrik sayıyor, aralarında hiçbir fark görmüyor. Yani her iki
tutum da sahiplerini Allah'a ortak koşmuş saydırma açısından eşit
ağırlıklı suçlardır. Her iki sapıklık da sahiplerini mü'minlerin
safından çıkarıp, kâfirlerin saflarına katmak için yeterlidir.
3-
İnsanın
Allah'a ortak koşan bir müşrik sayılması için yasa koyma yetkisini
Allah dışındaki bir mercii, meselâ kullara tanıması yeterlidir. Bu
sapıklığın yanısıra sözkonusu kulun ya da kulların ilah olduğuna
inanması, onu ya da onlara ibadet amaçlı hareketler sunması şart
değildir. Az önceki iki paragrafımız bu gerçeği açıkça ortaya
koymaktadır. Biz burada bu gerçeği bir kere daha vurgulamak
istedik.
Gerçi bu ayetlerin içerdikleri gerçeklerin ilk amacı, o günkü
islâm toplumuna egemen olan olumsuz şartlara karşı koymaktır, o
günkü müslümanların kalplerindeki Bizanslılarla savaşmaya ilişkin
tereddütleri ve fobileri silmektir, "Bizanslılar madem ki Kitap
ehlidirler, o halde mü'mindirler" şeklindeki ön yargının doğurduğu
kuşku bulutlarını dağıtmaktır. Fakat bu gerçekler bu konudaki
temel işlevlerinin yanısıra genel-geçerlidirler ve bu nitelikleri
ile genel anlamda "dinin özü"nün ne olduğunu belirleme hususunda
bize ışık tutarlar.
Gerçek din "islâm"dır. Yüce Allah tüm insanlar için bu dini
seçmiştir, bunun dışındaki bir dini hiç kimseler kabul etmez.
Müslüman olabilmek için yüce Allah'ın ortaksız ilahlığına
inandıktan ve ibadet nitelikli eylemleri sırf O'na sunduktan
sonra, yasal hükümlerde de sırf O'na uymak şarttır. Eğer insanlar
O'nun yasaları dışında başka yasalara uyarlarsa, yahudiler ve
hristiyanlara ilişkin hükmün kapsamına girerler. Yani Allah'a
inanmamış "müşrikler" sayılırlar. İstedikleri kadar "Biz müminiz
desinler" faydasızdır. Çünkü yüce Allah'ın dışındaki bir merciin,
meselâ bazı kulların koydukları yasalara uymaları bu damgayı
yemeleri için yeterlidir. Böyle durumlarda insanların bu damgayı
yemekten kurtulabilmeleri için kullar tarafından kendilerine
empoze edilen yasalara karşı çıkmaları, onlara baskı altında uymak
zorunda kaldıklarını kanıtlayan protesto nitelikli bir reaksiyon
göstermeleri, yüce Allah'a yönelik bu küstahlıkları
onaylamadıklarını, onları bertaraf etmeye güçleri yetmediği için
dişlerini sıktıklarını ortaya koymaları gerekir.
Günümüzde "din" kavramının sınırları, insanların kafalarında,
alabildiğine daralmıştır. Günümüzün insanları dini sadece vicdanda
hapsedilmiş bir inanç ve birtakım ibadet amaçlı eylemler
saymaktadırlar. İşte yahudilerin burada kınanan tutumu da böyle
idi. Onlar bu anlayışları yüzünden okuduğumuz ayete ve
Peygamberimizin bu ayete ilişkin yorumuna göre Allah'a inanmamış,
O'na ortak koşmuş, O'nun sadece tek ilaha kulluk etmelerini
buyuran emrine ters düşmüş sayılmışlar, ayrıca Allah'ı bir yana
bırakarak hahamlarını ilah edinmekle suçlanmışlardır.
Dinin başta gelen anlamı "deynunet" yani boyun eğmek, teslim olmak
ve uymaktır. Bu tutum da ibadet amaçlı eylemlerin sunuluşunda
olduğu kadar yasalara uymada da ortaya çıkar, somutluk kazanır. Bu
mesele yüce Allah'dan başkalarının koyduğu yasalara uyanların
sergiledikleri pişkinlikle ve cıvıklıkla bağdaşmayacak derecede
ciddidir. Böyle kimselerin sırf yüce Allah'ın ilahlığına
inanıyorlar ve ibadetlerini sırf yüce Allah'a sunuyorlar diye
kendilerini yüce Allah'a inanmış, müslümanlar saymaları en hafif
deyimi ile kaba bir vurdumduymazlık, bir kaypaklık örneğidir. Yüce
Allah'dan kaynaklanmayan yasaların egemen olduğu toplumlarda
yaşayanlar eğer bu ortak suçun sorumluluğundan gerçekten kurtulmak
istiyorlarsa, yüce Allah'ın otoritesine yönelik bu küstahlıkları
onaylamadıklarını kesinlikle kanıtlayacak, protesto nitelikli bir
tavır ortaya koymalıdırlar.
Bu cıvıklık, bu kaypaklık yaşadığımız tarih döneminde bu dinin
karşılaştığı en büyük tehlikedir. Düşmanların bu dine
yönelttikleri en öldürücü silah budur. Dinimizin bu düşmanları,
yüce Allah'ın müşriklikle, gerçek dini din edinmemekle ve "Allah'ı
bir yana bırakarak başka ilahlar edinmekle" suçladığı rejimlerin
ve insanların günümüzdeki benzerlerine, zamanımızdaki izdaşlarına
"islâm" yaftasını yakıştırmak için can atıyorlar. Madem ki, bu
dinin düşmanları bu tür rejimlere ve kişilere islâm yaftası
yakıştırmaya bu denli özen gösteriyorlar, o halde bu tür yanıltıcı
yaftaları yere düşürmek, bu tür maskeleri indirerek arkalarında
gizlenen müşrikliği, kâfirliği ve yüce Allah dışında ilah edinme
sapıklığını gözler önüne sermek de bu dinin taraftarlarının
görevidir. Bu konudaki sözlerimizi incelediğimiz ayetin ikinci
cümlesini bir kere daha okuyarak bağlayalım:
"Oysa onlara sadece tek ilaha, kendisinden başka ilah olmayan
ve onların yakıştırma ortaklarından uzak olan Allah'a kulluk
etmeleri emredilmişti."
Daha sonraki iki ayette mü'minleri savaşmaya özendirme yolunda bir
ileri adım daha atılıyor. Okuyoruz.
Fizilalil Kur'an
Not: Elmalili M.Hamdi Yazır
Tefsirinde uzun izahat arasında şu ifadeyi kullanıyor:
Daha sonra bu
Rablık imtiyazı, ruhban sınıfının elinden çıkmış,
"parlamantarlare" geçmiştir.