Yoksa, İran‘ın atom bombası var da,
zamanı geldiğinde mi açıklayacak?
‘Amerika Birleşik Devletleri
(ABD/USA)’-
‘İran İslâm Cumhuriyeti (İİC/IRI)’ arasındaki
savaşın yeni bir merhalesindeyiz. Son yarım asırdır ve hele 30
yıllık bir geçmişi olan ve bir topyekûn savaş tablosu
sergileyen bir kapışma zâten vardı.
Şah Pehlevî,
1953’de İngilizlerin elinde bulunan ‘İran Petrolü’nün
‘millîleştirilmesi’ ile İran’dan kaçmak zorunda
kaldığında, onu, CIA’in hazırladığı ve General Zâhidî’ye
-sadece 200 bin dolar vererek yaptırttığı bir askerî darbeyle,
-Hitler’in Mussolini’yi zindandan çıkarıp, İtalya’nın
başına tekrar oturtmasında olduğu gibi- Şah’ı İran’ın
başına yeniden oturttuğu zamandan beri bu savaş vardı. Ve,
İmam Rûhullah Khomeynî liderliğinde gerçekleşen ve 15
binden fazla insanın öldürülmesi ve İmam’ın da ülke dışına
sürgün edilmesiyle neticelenen 5 Haziran 1963’deki büyük
‘qıyâm’da da, Şah’ı koruyan, Amerika ve İsrail idi.
(Şah’a, ‘Maliye Bakanın Ali Eminî’nin gözleri çok güzel,
onu Başbakan yapsana!..’ diyen (Kennedy’nin eşi)
Jackeline Kennedy’nin bu isteğinin yerine getirildiğine
dair, Amerika’lı yetkililerin hatıralarında yer alan beyanları
burada zikretmek, bir yakıştırma değildir..) 1977 Yazı’nda
başlayan ve 100 bini aşkın insanın öldürülmesine rağmen
önlenemeyen ve 1979 başında Şahlık rejiminin devrilmesiyle
neticelenen, -yine İmam Khomeynî liderliğindeki- ‘İslâm
İnkılabı Hareketi’de,o savaşın yeni bir merhalesiydi.
4 Kasım 1979’da, yüzbinlerin
gösterisi sırasında, Tahran’daki Amerikan Elçiliği’nin
basılıp, 52 ‘casus-diplomat’ın ‘rehine’ alınması
ile İİC ile USA arasındaki diplomatik ilişkiler koptu ve hâlen
de kesik..
‘Rehine’leri
kurtarmak ümidiyle, 24 Nisan 1980’de, Doğu İran’daki Tabes
Çölü’ne hava indirmesi yapmak isteyen Amerika, savaş
uçaklarının birbirine çarpması ve yığınla askerin yanmasıyla
bir ağır hezîmet yaşıyor ve bu durumu, zamanın USA
Başkanı Carter tv'lerden ağlayarak açıklıyordu..
Carter, daha sonra hatırâtında, Tabes hezimeti
sonrasında, ‘Tahran üzerine iki atom bombası atarak,
mes’eleyi halletmeyi düşündüğünü ve bunun için,
(sürgündeki) Şah’tan da ‘okey’ aldığını, ama,
bunun ‘Amerika’nın bütün İslâm dünyasından kovulması’
gibi bir sonuç vermesi ihtimali yüzünden vazgeçtiğini’
yazıyordu.. Ve o hezimetin üzerinden 5 ay sonra, Saddam’ın 22
Eylûl 1980’de İran üzerine saldırtılması veSaddam’a dünyanın
bütün modern silahlarının verilmesine rağmen, 1 milyona yakın
insanın öldürülmesine müncer olan 8 yıllık bir savaş sonunda,
yine netice elde edilememesi!.
İslâmî İran’ın bu savaşla,
birkaç açıdan zayıflatılması öngörülüyordu..
Ülkenin savaş ve yangın yerine
dönüştürülmesiyle, İslâm adına yapılacak uygulamaların
başarısız kılınması, İslâm İnkılabına destek veren genç
nesillerin savaşta eritilmesi, ülkenin maddî zenginliklerinin
yokedilmesi, halk kitlelerinin yıldırılması, muhalif odakların
güçlenmesi ve zuhûruna zemin hazırlanması.. Ve İslâmî bir
devlete özlem duyan öteki halkların gözlerinin korkutulması,
vs..
Bu hedeflerin her birinde kısmen
başarılar elde edilmiş olabilir.. Ama, bütün bu savaşlar,
İslâm İnkılabı’nın ve İslâmî İran’ın ateşle
imtihanıydı ve elbette her şeyin mükemmel olmasını beklemek
hayalperestlik olurdu, ama, İİC, bu imtihanları genel olarak
başarıyla verdi. 70 küsur milyonu aşan bir nüfus, yığınla
sosyal problemler, 30 yıla yakın zamandır uygulanan
ambargolar..
Bütün bunlar, İİC’ne, her
alanda, kendine yeterli hâle gelmesi gerektiğini ve dahası,
Müslüman halkın, inancına göre hürr olarak yaşayabilmek için,
gerektiğinde bedeller ödemesi gerektiğini de öğretti ve
İslâm Cumhûriyeti rejimine daha bir sahib çıktı.. Ve
savaştan sonra da, kazandığı tecrübeleri sanayiine de yansıtan
ve bu yolda dev adımlar atan İslâmî İran bugün 2500 ve
hattâ 4200 km. menzilli füzeler yapmayı da başardı. Ve
sonunda, ‘uranyum zenginleştirme işini başardığını’ ve
‘nükleer enerji üreten ülkeler kulübüne girmiş bulunduğunu’
açıkladı..
Bu açıklamaların ‘acem
abartması’ olarak geçiştirilmesinin mümkün olmaması
gerekir.. Yani, mes’elenin Saddam’ın son döneminde yaptığı
gibi çaresiz tehdidler olarak görülmesi yanıltıcı olabilir.
Elbette, Hâşimî Refsencanî ve Muhammed Khâtemî
gibi, dünya çapında ciddîye alınan c. başkanlarından sonra,
Mahmûd Ahmedînejad’ın sözleri, ‘kurusıkı tehdid’
gibi algılanabilir, ama bu görüntünün yanıltıcı olması çok
mümkündür. Ve dahası, İran’ın açıklamalarının bundan sonraki
merhalesi, ‘atom silahına sahib olduğunu’ açıklamak
bile olabilir. İslâmî İran’ın, siyonist İsrail rejiminin de
nükleer silahtan arındırılmasında ısrarı da bunu gösteriyor.
Bush
ve çevresi, İslâmî İran’ı
caydırmaya çabalarken, gerekirse askerî müdahalenin de gündeme
gelebileceğini belirtiyor; ama, böyle bir saldırı durumunda,
İran’ın da, siyonist İsrail rejimini hedef alacağı; ve
o zaman da, bütün Ortadoğu bölgesini yangın yerine
dönüştüreceği de unutulmamalıdır.
Ortadoğu’nun ve dünyanın
geleceği, Amerika’nın saldırganlıktan vazgeçip geçmeyeceğine
bağlıdır.. USA emperyalizminin Ortadoğu’daki yumuşak karnı,
siyonist İsrail’dir ve bu durumun Amerika’nın elini
bağlayacağı tahmin edilmektedir.
Ama,USA emperyalizmi,
bugün ‘Pax Romana’ (Roma usûlü barış)’ı
hatırlatacak şekilde, ‘Pax Amerikana’ siyaseti takib
ediyor, ‘Teslim ol, barış olsun!’ diyor.. İslâm
ise, insanlara ‘Allah’dan gayri hiçbir güce teslim olmama’yı
öngörüyor.
Esir olmak istemeyenlerin,
manevî güçlere, gaybî yardımlara sığınmadan önce, aklen ve
şer’an alınması gereken bütün tedbirleri alıp, sonrasında,
Allah’a tevekkül ve tevessül etmek anlayışına göre hareket
etmesi gerekiyor. İran da bugün bunu yapıyor.. ‘Hazır ol
cenge, ister isen sulh’ü salâh..’
Geçen asrın Amerikalı yazarı
Mark Twain’in, ‘Kristof Kolomb, Amerika’yı
keşfetmekle büyük iş yaptı; keşfetmeseydi, daha büyük bir iş
yapmış olurdu’ sözünü hatırlamanın zamanıdır..
Selahaddin Çakırgil
20.04.2006 Vakit
Geri dön |