Sıra Hz. Peygamber’i çalgıyla
anmaya mı geldi?
Bugün 22 Rebiulevvel… 10 gün
önce, yani 12 Rebiulevvel canımız, sevgili Peygamberimiz, Can
Muhammed’in doğum günüydü. O’nun dünyayı şereflendirdiği gece
“Mevlid Kandili”dir. O geceyi kutlamakla şereflenmeye
çalışıyoruz.
O’nun dünyayı şereflendirdiği
sene, Rebiulevvel ayının 12’si 20 Nisan’a denk gelmişti.
Dolayısıyla, Miladi tarihe göre de, O’nun doğum günü 20
Nisandır, yani bugün.
Miladi takvim baz alınarak da
olsa, son senelerde O’nun doğumunun “Kutlu Doğum Haftası”
olarak anılıyor olması güzel oldu. Bu milletin kalbindeki
peygamber sevgisini anlamak isteyenler, “Kutlu Doğum
Haftası”ndaki kalabalıklara bakmalıdırlar.
Bakmalıdırlar diyoruz amma,
milletteki o ezeli ve ebedi sevgiyi görmeye tahammül
edemeyenler nasıl bakacak! Elbette gözü kamaşacak ve
göremeyecek. Kendisi görmeye tahammül edemeyince, tabii ki
içinin almadığı şeyi başkalarına da göstermek
istemeyecektir...
Nitekim öyle oluyor. Milleti
ilgilendirmeyen kıytırık bir mesele için bir araya gelen
üç-beş kişiyi, tumturaklı seslerle duyuranlar, Hz. Muhammed
(a.s.) sevgisiyle bir araya gelen onbinlerce kişilik zinde,
heyecanlı kalabalıkları ne görüyor, ne gösteriyor, ne de
duyuruyorlar.
Bir başka çeşit tamammülsüzlük
daha var. Ama önce birkaç hatırlatma yapmalıyım:
Peygam, “Haber”,
peygamber de “Haber getiren” demektir.
Peygamberler, Allah’ın vahiy
yoluyla kendilerine bildirdiği gerçeklerin haberlerini…
Ve iman ve ibadetle ilgili
bilgileri, insanlara getiren, aktaran mübarek zatlardır.
Peygamber denilince, akla ilk
gelen imandır, ibadettir, güzel ahlaktır, fedakarlıktır.
Peygamberler işte taşıdıkları bu
sıfatlarla anılmalıdır. Yoksa, çalgıyla falan değil.
Peygamberimiz anılırken, O’nun
verdiği iman mücadelesi, bu uğurda katlandığı eziyetler,
tahammül ettiği haksızlıklar, güzel ahlakı, insanları iyilik
ve ibadetlere teşvik etmesi ve mübarek sözleri anlatılmalıdır.
Kainatın, O’nun hürmetine yaratıldığı anlatılmalıdır.
Kısaca: Hz. Peygamber Allah’ın
habercisi olduğuna göre, O, Allah’tan getirdiği haberler
anlatılarak anılmalıdır. O’nun ahlakından örnekler
verilmelidir ki gerçekten anılmış olsun.
İşte tahammülsüzlüğün ikinci
kısmı, bunlara zıt bir şekildeki sözde anmadır.
Saz, caz ve bir sürü çalgı
aletini yığdıkları bir salona insanları davet edip, o çalgı
aletlerini kulakları sağır edercesine dambur-dumbur hep birden
çaldıran, üstüne üstlük bunun adına bir de “Son Peygamber
Hz. Muhammed’i anmak” diyenleri ne diye isimlendirmeli
acaba?
Sevgili Peygamberimiz –haşa- bir
Mozart mıdır ki çalgılarla anılsın!..
Kadın- erkek ayırımı
yapmadan, sahnede
bazılarının eline mikrofon verip, yoğun çalgı seslerinden ne
denildiği bile doğru dürüst anlaşılmayan sözde na’t ve
kasideleri, bir konser havası içinde söyletmek ne zamandan
beri Hz. Peygamber’i anmak oldu?
Sevgili Peygamberimiz’i işte
böyle anan(!) bu dostlar, “Hıristiyanlığa yeşil ışık
yakmakla” da suçlanıyorlar. Ama bu suçlamayı kabul etmiyor
ve diyorlar ki:
“Bizim bu faaliyetlerimizden
dolayı Hıristiyan olan tek kişi varsa söylesinler. İsim
versinler diyoruz, bir tek isim veremiyorlar.”
Değerli okuyucular! Benim,
İstanbul’daki bir lisede tarih öğretmenliği yapan bir akrabam
var. Peygamberimiz’e ve Kur’an’a iman edip etmemeyi önemli
saymıyor. Dolayısıyla, Peygamberimiz’e ve Kur’an’a inanmayan
Hıristiyanların da cennete gideceklerini söylüyor.
“Allah’ın cenneti geniş; Hıristiyanlar niçin cennete
girmesinler” diyor.
Kur’an’ı yüzünden düzgün okumayı
bile pek beceremeyen bu genç öğretmenimiz, Peygamberimiz’e ve
Kur’an’a iman etmek üzerinde durmuyor ama, Hıristiyanları
müdafaadan da geri durmuyor. İsim isteyenlere onun ismini
versek kabul edilir mi acaba?
“Gülerce”sine
ve meydan okurcasına “İsim versinler” diyen dostlarımız
gerçekten isim istiyorlarsa, ben hazırım. Gerçi bu genç
Hıristiyan değil Müslüman. Ama ısrarı da ortada. Sorsunlar
bakalım derdi neymiş. Onlar öğrensinler de biz de onlardan
öğrenelim...
Ali Eren 20.04.2006 Vakit
Geri dön |