İKİ SINIF ARASINDAKİ DÜŞMANLIĞIN TABİATI
İki fırkanın belirgin özelliklerini açıkladıktan sonra, artık şimdi bu iki fırka arasındaki düşmanlığın ne olduğundan söz edebiliriz. Ayrıca bu düşmanlığın ne Olduğunu bilmek de gayet önemlidir. Zira insan ancak bu sayede iğrenç olanla temiz olanı birbirinden ayırdedebilir. Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:
| Allah, kirlenmişi temizden ayırdetmeksizin, müminleri, bulunduğunuz halde bırakacak değildir. (A1i İmrân, 3/179). |
مَّا كَانَ اللّهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِنِينَ عَلَى مَاأَنتُمْ عَلَيْهِ حَتَّىَ يَمِيزَ الْخَبِيثَ مِنَ الطَّيِّبِ {179} سورة آل عمران |
Gerçekten iki fırka arasındaki düşmanlığı öğrenmek pek önemli olan bir husustur.
Zira ancak bu sayede, sözde İslam adını taşıyan bazı kimselerin foyaları meydana
çıkacaktır. Çünkü bunlar müslümanların, çağdaş cahili toplum içerisinde eriyip
yok olması için ve müslümanların Rabblerine karşı, dinlerine ve müslüman
kardeşlerine karşı dostluklarını sona erdirmek için durmadan gayret
göstermektedirler. Diğer taraftan bu dinin düşmanlarından uzak kalması yerine
onlarla birlikte harekete gayret gösterirler. Müslüman her halükarda İslam
düşmanlarından uzak olur ve onlara olan düşmanlığını da sürdürür. İştc sözde
müslümanlar, İslam düşmanlarıyla her şeye rağmen birlikte hareket etmişlerdir.
Bu pek önemli gerçeği düşmanlarımız daima arka plana atmak, sürekli onu gündemden düşürmek ve
fırsat buldukça halkın nazarından silmek istediler. Bunun için kâfirlerin
gerçekten vefakar dostlar ve değerli kimseler olduğunu, bunların vefakarlığına
gölge düşürmememiz gerektiğini, bu yüzden de onları sevmemiz, takdir etmemiz
gerektiğini söyleyip durdular. Evet bunlara tazimde bulunmalıyız, saygıda kusur
etmemeliyiz dediler. Daha ileri giderek: Bunlar ilerlemiş olan toplumlardır,
biz ise, geri kalmış ülkeleriz. 0 halde bizim de onlar gibi olmamız için,
onların gittiği yolda yürümemiz, metodlarını uygulamamız, her alanda onların
hareket ettiği gibi hareket etmemiz gerekir dediler. Kâfirlerin kültürlerini,
acısıyla, tatlısıyla, gerçeğiyle, batılı ile, onların her şeyini almalıyız.
Zaten bunların yaptıkları hiç bir şeyde batıl hüknıünde bir şey de yoktur,
dediler.
Amma ne yazık ki; Hep kovuldular, uzaklaştırıldılar ve küçümsenip horlandılar. Halbuki
Allah (c.c), nezdinde hizbullah adı verilen halis ve samimi müslümanlar hep
üstün insandırlar. Bunlar sayıca az da olsalar, böyledirler. Hüsrana uğrayanlar
ise, sayısız çoklukta olsalar da, şeytanın yandaşları ve dostlarıdırlar. (aşağılanmışlardır.)
Bu iki fırka arasındaki düşmanlıktan kesinlikle söz edilmelidir. Bunun önceden
geçmiş olması lazımdı. Gerçi basit bir şekilde de olsa İnsan ile İblis
düşmanlığından, yani İblisin insana karşı olan düşmanlığından söz edilmesi
gerekir ki, şeytanın insan nefsine nasıl girmeyi başardığını öğrenmiş olabilelim.
Kendi velilerine hakkı nasıl batılla karıştırarak sunduğunu bilmemiz gerekir.
Ancak mümin için hakkın ortaya çıkması buna bağlıdır. Böylece mümin daha
dikkatli davranacağı gibi, kendisiyle birlikte hareket edenler de öylesine
dikkatli bir şekilde hareket ederler, aynı zamanda Allaha ibadet ederken ve
Ona karşı kulluklarını sürdürürken Allahın kendilerine ihsan etmiş bir basiret
üzere ve Onun şeriatına dayalı bir nura göre hareket ederler.
İbnul-Kayyım (r.a), şeytanın insana karşı olan düşmanlığını yedi madde halinde
özetleyip sunmuştur. Ben de bunları özet halinde sunmak isterim.
1- Küfür ve Şirk: Allah ve Rasülüne karşı düşmanlık: Şayet Şeytan bu hususta zafer elde ederse, bunun için Adem oğluna karşı çektiği ah ve
kinini unutur, adeta yüreğine su serpilmiş olur. Bu arada onunla beraber olanlar
da birazcık olsun yorgunluklarını gidermiş olurlar. Çünkü şeytanın kuldan
istediği ilk şey budur. Şayet bunda başarılı olması halinde, hemen onu kendi
askerleri arasına alır ve yardımcılarından kılar. Kişi böylece şeytanın
davetçileri arasına girer. Şeytan eğer böyle bir şeyi başaramaz ve ümitsiz
kalırsa ikinci kötülük planını denemeye koyulur.
2- Bu ikinci yol da bidattır. Çünkü bu, şeytana göre fasıklıktan ve isyandan
çok daha sevimlidir. Zira bidatın yapmış olduğu tahribat bizzat dinedir ve bu,
haddi aşmaktır üstelik tahribat çok büyüktür. Aynı zamanda bu, peygamberlerin
davetine de muhalefet etmektir, karşı çıkmaktır. Şeytan peşine düştüğü kimsenin
elde edilemeyecek nitelikte bir insan olduğunu, onu bid'at ve dalalete
sürüklemeye muvaffak olamayacağını anlarsa bu defa üçüncü bir yol denemeye
kalkışır.
3- Değişik türlerine göre büyük günah işletmeye çalışmak: Şeytan hiç durmaksızın
peşine takıldığı kimseyi böyle bir tuzağa düşürmeye uğraşır durur. Şayet bu
kimse bir alim ise ve özellikle de çevresi ve ilmi olan biriyse, onu halkın
nazarında değersiz hale getirmek için uğraşır durur. Şurası da bilinen bir
gerçektir ki: inananlar arasında kötü söz ve davranışların yayılmasını
isteyenler için acıklı bir ceza ve azap vardır. İşte bu, o kötülüklerin
yayılmasını istediği zaman da böyledir. Ya bir de onları dost edindikleri zaman
acaba bunun yayılması nasıl olur? Eğer bu yolu da başaramazsa bu defa bundan
başka bir yol dener.
4- Küçük günahları yaptırtır ki, bunlar toplana toplana kişinin helakine sebep
olur. Nitekim Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmaktadırlar: Sizi küçük günahları
küçümsemekten uyarırım, böyle bir davranıştan uzak durunuz. Zira bunun gibi bir
toplum bir çölde konakladılar da... (Müsned, V, 331;
Silsiletü'l-Ahadisis-sahiha, H. 389; Sahihul-Cami, 11, 386.) Hadis böylece uzun bir şekilde devam
eder. Manâsı şöyledir: Konaklayanlardan her biri bir odun alıp geldi. Böylece
toplanan odunlarla büyük bir ateş yakıldı, yiyeceklerini pişirdiler ve hepsini
kebap yaptılar. Çünkü hiç bir zaman küçük bir şeyi küçümsememek gerekir. Aksi takdirde giderek o şeyleri hafif görmeye başlar. Bu itibarla
büyük günah işleyen kimse, küçük günah işleyene göre çok daha dikkat eder ve her
zaman Allahdan korkar, bu diğerlerine daha güzeldir. Eğer şeytan insanı bu
yoldan da elde edemezse, bu defa bundan sonraki yolu dener. Bu deneme beşinci
yol olmaktadır.
5- Bu defa insanları sevap ve günah olmayan mübah şeylerle uğraştırmaya gayret gösterir. Hatta bu öyle bir tuzaktır ki, kişi bunlarla meşgul olurken bir çok sevapları bu arada kaçırmış olur. Şayet peşine düştüğü kimse onu aciz bırakır ve kişi zamanını iyi değerlendirirse, şeytan bundan da ümidini keser. Çünkü kişi nefeslerinin miktarını, bunların hesaplı olduğunu bilmekte, şeytanın peşinden gitmesı halinde elde edeceği nimetlerinin kesileceğini bilmektedir. Evet kişi yapması veya yapmaması halinde ne gibi sevap kazanacak veya nasıl azap ile karşı karşıya kalacak bunları bilir. Böylece şeytanın tuzağına düşmez. Şeytan bu denemeden de ümidini kesince bundan sonraki yolu denemeye koyulur.
6- Daha güzel ve iyi bir amel ve hizmet varken, kişiye bunu
bıraktırıp bundan daha
alt değerde olan bir şeyle uğraşmasını sağlamaya çalışır. Böylece onun
faziletini yoketmek ve ona üstün amelin sevabını kaybettirmek ister. İnsana bir
çok hayır kapılarını öğütler, böyle kapılar açar, hatta anlatıldığı gibi insana
yetmiş kadar hayır kapıs açar, önerir. Böylece kişi arzu ettiği kötülüğü
yaptırtmaya götürmek ister. Mesela. kişiye yetmiş kat sevap kazandıracak bir işi
bıraktırır, bunun çok çok altında olan şeylerle uğraşmasını sağlamaya çalışır.
Kişi
böyle bir inceliği kolay kolay farkedemez. Şeytan, bunları yaptırırken Allahın
sana yardımı ve kalbinde yakmış olduğu nûr sayesinde kazanabiliyorsun diye
düşünceleri insan kalbine sokar, bunun sebebi, o kimseyi Allah Rasûlüne uymaktan
uzaklaştırmaktır. Böylece kendisi Allah nezdinde daha üstün olan amellerin
mertebeleri nelerdir, Allahın daha çok sevdiği ameller nelerdir, Allah (c.c),
daha çok hangisinden hoşnud oluyor, bütün bunlardan habersiz kişiyi Peygamber
(s.a.) efendimize tabi olmaktan alıkoyar. Halbuki adam bilmiyor ki, bunların
olabilmesi için, ancak peygamber varislerinden olmaları ve ümmet içinde onun
naibleri olmalı, yeryüzünde onun halifeleri olmalıl ki, istenilen kazanılmış
olabilsin. Allah (c.c), fazlı ve keremiyle kullarından dilediğine ihsan ve
ikramda bulunur. ("Bedaiul-Fevâid," 11, 260-262.)
7- Şayet şeytan bu altı maddeyi ugulamaktan aciz kalırsa, artık insanlardan ve
cinlerden olan taraftarlarını ve askerlerini değişik ve türlü eziyetli yollarla
ve fikirlerle müslümanın üzerine saldırır. Kimisine eziyet ederken, kimisini tekfir ile damgalatır, kimisini sapıklık ve dalaletle damgalar, kimisini
bidatcılıkla ve kimisini de sakın bunlara yaklaşma gibi sloganlarla pençesine
takar. Böylece insanların kalblerini bulandırmak için onları köreltmek, etkisiz
hale getirmek, içlerindeki iman kıvılcımını söndürmek ister. Aynı zamanda
insanların ondan yararlanmasını önler. Artık ortada bir tek gayreti kalmıştır.
İnsan ve cin şeytanlarından oluşan batıl ordusunu bunlar üzerine saldırtmak ve
bunun için çalışmak. Hiç bir fırsatı kaçırmaksızın gerekeni yapar ve işi hiç de
gevşek tutmaz. Bu durumda mümin harbe girişir, bu ölünceye kadar sürer. Ne zaman
ümmeti böyle bir harbe koyarsa, ya esir edilir veya yaralanır. Böylece bu cihad,
kişi Allaha kavuşuncaya dek sürer.
Mademki bütün bunlar şeytanın kurmuş olduğu tuzaklardır. İnsanın başına şeytan
bunları getirmektedir. 0 halde aradaki düşmanlığın sebebi nedir. Rahmanın
velileri ile şeytanın velileri arasındaki bu düşmanlığın ve kavganın sebebi
nedir? Cevap olarak deriz ki, bunun sebebi şu dört şeyin birisidir.
1- Kibir: Şeytan dostları hakka karşı: Hz. Peygamber (s.a)e karşı ve
peygamberliğe karşı hep büyüklük tasladılar, büyüklük ileri sürdüler. Allah (c.c),
onlar için şöyle buyurmaktadır:
| Kendilerine gelmiş kati bir delil olmaksızın, Allahın iyetleri hakkında münakaşa edenler varya, hiç şüphe yok ki, onların kalblerinde, asla yetişemeyecekleri bir büyüklük hevesinden başka bir şey yoktur. Sen Allaha Sığın. Kuşkusuz 0, işiten ve görendir. (Mümin = Ğafir, 40/56) |
إِنَّ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ إِن فِي صُدُورِهِمْ إِلَّا كِبْرٌ مَّا هُم بِبَالِغِيهِ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ {56} سورة غافر |
Bir başka âyette ise Rabbim şöyle buyurmaktadır:
| (Ne var) ki gönlünüzün arzulamadığı şeyleri söyleyen bir peygamber = elçi geldikçe, ona karşı büyüklük tasladınız. (Size gelen) peygamberlerden bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürdünüz. (Bakara, 2/87) |
أَفَكُلَّمَا جَاءكُمْ رَسُولٌ بِمَا لاَ تَهْوَى أَنفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْ فَفَرِيقاً كَذَّبْتُمْ وَفَرِيقاً تَقْتُلُونَ {87} سورة البقرة |
Yine bir diğer âyet meali ise şöyledir:
| Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki bunları işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak yüz çevirir. Sen de ona acıklı bir azabın müjdesini ver. (Lokman, 31/7) |
وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِ آيَاتُنَا وَلَّى مُسْتَكْبِراً كَأَن لَّمْ يَسْمَعْهَا كَأَنَّ فِي أُذُنَيْهِ وَقْراً فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ {7} سورة لقمان |
2- Dünya hayatını ahiret hayatına tercih etmek; böylece şehvet istek ve arzulara takılıp şehvetlerin peşinden gitmek. Nitekim Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır.
| Bu (azap), onların dünya
hayatını ahırete tercih etmelerınden ve Allahın kâfirler topluluğunu hidiyete erdirmemesinden ötürüdür. (Nahl, 16/107) |
ذَلِكَ بِأَنَّهُمُ اسْتَحَبُّواْ الْحَيَاةَ الْدُّنْيَا عَلَى الآخِرَةِ وَأَنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ {107} سورة النحل |
Yüce Mevlâ bir başka ayette de şöyle buyuruyor:
| Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar (haktan) uzak bir sapıklık içindedirler. (İbrahim, 14/3) |
الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الآخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاً أُوْلَـئِكَ فِي ضَلاَلٍ بَعِيدٍ {3}سورة إبراهيم |
Şayet kibir ve dünyayı ahirete tercih etme ve sevme bulunursa veya bu ikisinden
birisi kişide varsa, o zaman bu nitelikleri taşıyan kimseler, Allahın samimi,
halis kullarının varlığından rahatsız olurlar. Hatta bu gibi insanların herhangi
bir hareketleri olmayıp sessiz de kalsalar, yine de böyle temiz ve pırıl pırıl
bir hayat sürmeleri, hep onlardan üstün olmaları bu kimseleri adeta çileden
çıkartır. Allah düşmanlarını öfkelendirir ve kızdırır. Nitekim Rabbim onların
durumlarını şöyle bildirmektedir:
Sizin de kendileri gibi inkar ederek küfre girmenizi istediler ki onlarla eşit
olasınız. (Nisa, 4/89)
Bu düşmanlığın böyle sürüp gitmesi, tertemiz fırkanın varlığı, kirli ve murdar
bir hayatın peşinde koşan kimseleri rahatsız eder. Zira kötüler iyileri gördükçe
kötülüklerini daima hatırlayıp duracaklarından
bu kendilerini gerçekten rahatsız eder. İşte bundan dolayıdır ki, Allah
düşmanlarının hile ve tuzakları, Allah dostlarına karşı Hîle ve tuzak
kelimesinin kapsadığı tüm manâlarla gündeme sokulması için çalışılır. Bu alay
etmekle olacağı gibi, işkenceyle, eğlenip sıkıntıya düşürmekle hatta müminlere
nasıl bir kötülük yapabilme imkanı varsa tüm bu yolları deneyerek müminleri
gözaltında tutmaya çalışır.
3. Haset = (Çekememezlik): Aslında şeytan dostlarının ve yandaşlarının kinleri
hiç bir zaman dinmez. Onlar müminleri hiç bir zaman çekemedikleri gibi içten
içe kıskanıp kin güderler. Yüce Allah (c.e) Kitabında onların durumlarını şu âyetle
açıklamaktadır:
| Ehli kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vaz geçirip küfre döndürmek isterler. Siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip, bagışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir (Bakara, 2/109) |
وَدَّ كَثِيرٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُم مِّن بَعْدِ إِيمَانِكُمْ كُفَّاراً حَسَداًمِّنْ عِندِ أَنفُسِهِم مِّن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ فَاعْفُواْ وَاصْفَحُواْ حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ {109}سورة البقرة |
Evet, işte onların temenni ve istekleri budur. Dilerler ki, Allahın kulları
küfretsinler ve böylece sapıklık ve küfürde kendileriyle denk olsunlar, Şayet
müminlere karşı üstünlük kurarlarsa müminlere karşı ne denli büyük hased ve kin
sahibi olduklarında gerçek yüzüyle ortaya çıkar. Rabbimiz (c.c) şöyle beyan
buyuruyor:
Onların nasıl ahdi olabilir; onlar size galip (üstün) gelselerdi, ne ahit, ne
antlaşma gözetirlerdi. (Tevbe, 9/8).
4- Hakimiyet ve velaâyet yetkisini almak: İşte bu konu, aslında önde
gelenleri ve tağutları ilgilendiren ve onlara özgü olan bir konudur. Çünkü
bunların bir tek gayeleri vardır, o da insanları köleleştirmek. Zira bunlar, hep
insanların kendilerine saygı göstermesine, onlara boyun eğmesine, her şeylerine
tepkisiz evet demesine alışmış olduklarından, insanların daima onların istekleri
doğrultusunda hareket etmesini isterler.
Allahın dininin gelmesi, şeriatının hakim olması bunların işlerine gelmez.
Çünkü Allahın şeriatı, insanın insana kul ve köle olmasına izin vermez, onları
böyle bir durumdan kurtarıp bir tek olan ve aynı zamanda Kahhâr olan Allaha
ibadet ve kulluğa çağırır. Bu itibarla önde gelenler, her zaman hayır davetçilerine karşı çıkmışlar ve bunlara
düşman olmuşlardır. Çünkü bu liderler (tağutlar) şunu çok iyi bilmektedirler ki,
hayrın ve şeriatın hakim olması halinde kendi güç ve kuvvetleri yok olacaktır,
şeref ve soyluluklarının herhangi bir etkisi kalmayacaktır. Bundan böyle
insanlar kendilerinden korkup ürpermeyeceklerdir. Çünkü Allahın dini onları
hürriyete kavuşturmuş, kendilerini aziz ve yüce kılmıştır. Din, Onları Allahın
kulları yaptığından, bundan böyle korkuları da Allahdandır. Sevgileri Allah
için olduğu gibi dostlukları ve velâyetleri de Allah içindir, aynı zamanda kin ve
buğuzları da Allah içindir.
Bunun en güzel örneği ve delili, Kisrânın fiil ve davranışıdır. Allah
Rasülünün mektubu kendisine geldiği ve kendisini İslama girmeye davet ettiği
zaman büyüklenmiş belki de kendi kendine şöyle demişti.
Allah Allah şaşılacak şey, dün bizim kapılarımızda bize çobanlık eden araplar,
bugün gelmişler de bizi kendilerinin yeni dinlerine girmemize davet ediyorlar.
Kesinlikle eminim ki, onların yeni dinine girmem halinde, tüm mülküm
kaybolacaktır. Hayır bu asla böyle olmamalıdır sonra da mektubu paramparça edip
atmıştı.
Allah Rasûlünün duası üzerine, Allah (c.c), duaya icabet etti ve Kisranın
mülkünü onun mektubu parçalamasından daha kötü bir şekilde darmadağın etti.
İşte Allahın dinine boyun eğmeyen, Onun velâyet ve sultasına rıza göstermeyen,
Onun hakimiyetini kabullenmeyen tağutlar her zaman Allah dostlarına düşmanlık
göstermişler ve onlara karşı işkencelerin her türünü ve her yolunu denemişlerdir.
Nitekim Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:
| Onların müminlere kin bağlamalarının sebebi, sadece müminlerin, her şeye galip, hamdedilmeye (övülmeye) layık Allaha iman etmeleridir. (Bürüc, 85/8) |
وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ إِلَّا أَن يُؤْمِنُوا بِاللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ {8} سورة البروج |
Aslında cahiliye toplumu İslamı istemez ve ondan hoşlanmaz. Çünkü o cahiliye bizzat kendisi İslamdaki hakkın ve hayrın ne olduğunu bilmemektedir. Ya bundan dolayıdır veya o cahiliye ile kişinin nefsi arasında şöyle bir durumun mevcut olmasındandır. Kendisinin yaşamakta ve sürdürmekte olduğu batılın hak olduğuna inanmakta ve hatta bunun İslamdan çok daha doğru ve güçlü olduğuna kani olmuş olmasındandır. Hayır hayır durum hiç de öyle değildir. Doğrusu o, İslami istememekte ve hoş karşılamamaktadır. Çünkü o şunu iyice bilmektedir ki, İslamın kendisi haktır, iyilik ve hayrın tâ kendisidir. Yine cahiliye şu gerçeği de çok iyi bilmektedir. Hayatın yamuk ve eğri olan yönlerini düzeltecek yegane sistem ve nizam İslamdır. 0 İslamdan hoşlanmamakta, zira hayattaki bu yamukluğun ve düzensizliğin devamını isteyip durmaktadır. Bunu aşırı bir şekilde istemekte de ısrarlıdır. 0 isterki tüm işlerin hep bu eğriliği ve yamukluğuyla sürüp gitsin, hiç bir zaman doğrulmasın. Çünkü bu yamukluk ve eğrilik cahiliyenin asli karakteridir. Diğeri ise İslamdır. Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:
| Semüda gelince onlara, doğru yolu gösterdik, ama onlar körlüğü, doğru yola tercih ettiler. (Fussilet, 41/17) |
وَأَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ فَاسْتَحَبُّوا الْعَمَى عَلَى الْهُدَى {17}سورة فصلت |
Şimdi Rahmanın velilerinin yani dostlarının düşmanlıklarının tabiatına, karekteristik özelliğine gelince, bu hususta şöyle deriz. Bu, aslında onların akidelerinin ya da inançlarının bir parçasıdır. Gerçekten onlar Allah ve Rasülüne karşı düşmanlık edenlere karşı kin ve buğz beslerler. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmakta idi:
| "Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa- Allaha ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin. İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinde ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allahtan hoşnut olmuşlardır. işte onlar, Allahın grubudur. İyi bilin ki, kurtuluşa erecek olanlar sadece Allahın grubu olanlardır." (Mücadele, 58/22) |
لَا تَجِدُ قَوْماً يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُواعَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ {22} سورة المجادلة |
Aslında müslümanlar yolun ortasında ya da yarısında düşmanlarıyla bir araya gelmek istemezler. Müslümanlar da tıpkı imamları ve önderleri Hz. İbrahim (a.s)in dediği gibi derler:
| "İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki, Biz sizden ve sizin Allahtan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allaha inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir. (Mümtehine, 60/4) |
قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرءَاو مِنكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاء أَبَداً حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ إِلا قَوْلَ إِبْرَاهِيمَ لأَبِيهِ لأَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَا أَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللَّهِ مِن شَيْءٍ رَّبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَإِلَيْكَ أَنَبْنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ {4} سورة الممتحنة |
Üstad M.
Abdulvehhâb (r.a) der ki: Kişi Allahı bir tek bilip, şirki de terketse bile,
müşriklere karşı düşmanlığını sürdürüp açık bir şekilde ilan etmedikçe, doğru
dürüst müslüman olmuş olamaz. Onlara karşı açıkça buğzettiğini de bildirip ilan
etmedikçe müslüman olamaz. Nitekim Rabbimiz Mücadele Süresinin 22. ayetinde buna
dair gerekli açıklamayı vermişti. Bu âyetin meali biraz önce geçmişti.
(Mecmuatut-Tevhid, 19.)
Madem ki biz bu düşmanlığın durumunu ve hakikatini bilmekteyiz. 0 halde burada
bizim bilmemiz gereken ortak bir nokta vardır. Evet bütün İslam düşmanları
arasında farklı nitelikte de olsalar, kâfir, müşrik ve münüfık ta olsalar,
hepsinde tek ortak nokta İslam düşmanlığında ve onu istememekte birleşmiş
olmalarıdır.
Doğrusu İslami metodun karakteri ve tabiatı -ki, bunu diğer metod ve program uygulayıcıları henüz yeni olarak tanımaktadırlar yeryüzünde Allahın ülkesinin yeniden ikamesi, insanların insanlara kölelikten kurtularak bir tek Allaha kul olmalarını ve ibadet etmelerini sağlamaktır. Aynı zamanda tüm insanların arasına giren ve hürriyetleri için bir engel oluşturan maddi maniaların ortadan kaldırılıp, gerçek anlamda hürriyet seçimine geçilmesini temin etmektir. Sonra hayat noktai nazarından iki metod arasında öyle bir tabiat v karakter vardır ki, bunlar birbirleriyle çelişkilidirler. Küçük olsun, büyük olsun hiç bir zaman aralarında birleşme imkanı yoktur.
Dünyaya bağlı bulunan metod ve programcılar, temelde Rabbanî metodun aleyhinde var güçleriyle çalışırlar, tümüyle Rabbanî metodun yok olmasını isterler. Çünkü Rabbanî metod bu kimselerin varlıklarını, metod ve programlarını ve boyutlarını tehdit etmektedir. Evet, bunların metodlarının geçersizliğinin ortaya çıkmasından önce, kendilerinin durumu ortaya çıkmadan önce, İslamı önlemeye çalışırlar. Bu, aslında zorunlu olan bir durumdur ve kesindir, gerçekte ne bunlar için ne diğeri için bir seçim hakkı da yoktur... Nitekim bu yolu Kuran şöyle ortaya koymaktadır:
| Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. (Bakara, 2/217) (Fî Zilâl, Davet yolu, 1/80.) |
يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّىَ يَرُدُّوكُمْ عَن دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُواْ {217} سورة البقرة |
Şimdi sizlere Kuranın nass olarak sunduğu gibi, bu düşman sınıflara ait bazı düşmanlıklarını sunalım. Kâfirler hakkında şu gerçeğe işaret ediyor:
| "Onlar agızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır. (Saf, 61/8) |
يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ {8}سورة الصف |
Kuran müşrikler hakkında da şu gerçeklere işaret ediyor:
| Ehli kitaptan küfredenler de müşrikler (putperestler) Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler (Bakara, 2/105) |
مَّا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلاَ الْمُشْرِكِينَ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْكُم مِّنْ خَيْرٍ مِّن رَّبِّكُمْ {105} سورة البقرة |
Bir başka Ayette de şöyle buyurulmuştur:
| Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidâyet ve hak ile gönderen Odur. (Saf, 61/9) |
هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ {9} سورة الصف |
Kafir ve müşrikler Allahın dinine, kitabına ve delillerine sihir, şiir ve
kehanet diyerek iftiralar uydursalar da Allahın dini yücelecektir.
Ehli Kitabın düşmanlıklarına gelince, Kuran onlardan şöyle sözetmektedir:
| Sen dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. (Bakara, 2/120) |
وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ {120}سورة البقرة |
| İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak yahudiler ile müşrikleri bulacaksın. (Mâide, 5/82) |
لَتَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِّلَّذِينَ آمَنُواْ الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُواْ {82} سورة المائدة |
| Kendilerine Kitabdan nasib verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar. (Nisâ, 4/44). |
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوتُواْ نَصِيباً مِّنَ الْكِتَابِ يَشْتَرُونَ الضَّلاَلَةَ وَيُرِيدُونَ أَن تَضِلُّواْ السَّبِيلَ {44} سورة النساء |
| Onlar ise, sizinle karşılaştıklarında, İnandık derler; kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarını kemirirler. Kininizle geberin deyiver. Şüphesiz Allah kalblerin içindekini hakkıyla bilmektedir. (Al'i İmrân, 3/119) |
وَإِذَا لَقُوكُمْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ عَضُّواْ عَلَيْكُمُ الأَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِ قُلْ مُوتُواْ بِغَيْظِكُمْ إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ {119} سورة آل عمران |
Münafıkların düşmanlıklarına gelince, Kur'an-ı Kerim bu hususu değişik yerlerde
ele almış ve bu hususta gerekli uyarıda bulunmuştur. Buna örnek olarak Bakara
süresinin hemen baş tarafında yer alan 13 ayeti zikredebiliriz. Adı geçen
sürenin 8. ayetinden yirminci ayetine dek bu konu ele alınmıştır. Bu,
münafıkların çok sayıda olmasından ve insanların bu kimseler, yüzünden bir çok
bela ve felâketlerle yüzyüze bulunmasından dolayıdır. Diğer taraftan münafıklar,
müslümanlar için en büyük fitne ve tehlikeyi oluşturmaktadırlar. Gerçekten
İslamın bunlar yüzünden karşı karşıya bulunduğu tehlike pek çetin ve çok
önemlidir. Çünkü münafıklar müslüman olduklarını söylüyorlar. İslama nisbet
olunmaktalar. Müslümanlar bunların yardımına ve velayetine muhtaçtırlar. Sözde
müslüman gözüktükleri için müslümanlar bunları veli tanımışlardır. Ancak bunlar
hakikatte İslamın
ve müslümanların düşmanlarıdırlar. Cahil olanlar da bu kimselerin gerçekten
bilgili ve ıslah edici olduklarını sanırlar. Bu, aslında cehaletin ve
bozgunculuğun kendisidir.
Aman ya Rabbi! Nice ıslah için akıl hocalığı edenler var ki, bunlar İslamı
yıkmaktadırlar. Nice kimseler var ki, İslama sığınaklık ettiğini ileri sürerler,
fakat onu kökünden söküp atmaktalar ve tümüyle tahribetmek için uğraşmaktadırlar.
Nice kaldırılmış, yüceltilmiş bayraklar vardır ki, bunlar onları alaşağı
ederler... Evet bunlar vahyin ayırıcı özelliğinde birleşmelerine rağmen, hepsi
de onun yolunda yürümeyi terketme noktasında bir araya gelmişlerdir. Nitekim
Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
| Ne var ki insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan (fikir ve davranış) ile sevinip böbürlenmektedir. (Mü'minûn, 23/53) |
فَتَقَطَّعُوا أَمْرَهُم بَيْنَهُمْ زُبُراً كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ {53} سورة المؤمنون |
Bu adamların tüm sermayeleri aldatmak, hile yapmak ve tuzak kurmaktır. Tek icraatları yalan söylemek, bulandırmaktır. Bunların tek önem verdiği şey maişet ve geçimle ilgili bir akılcılıktır. Gerçekten bu fırkalar kendi aralarında birbirinden razı, hoşnut ve güvencededirler. Rabbimiz şöyle .buyurmaktadır:
| Onlar (kendi akıllarınca) güya Allahı ve müminleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir. (Bakara, 2/9) |
يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ {9} سورة البقرة |
Kim imanının derisini (elbisesini) şüphe ve kuşku pençesine geçirirse, artık o onu paramparça eder. Kim fitnesinin şeraresine takılırsa bu onu pek yakıcı cehennem azabının içinde bırakır. Böylece kim karanlıklar denizinde kendini kurtaracak bir ticarete çıkarsa o kimse bu hareketiyle şüphe ve kuşku bineklerine binmiş olur. Böylece onu hayal dalgaları içerisinde yürütür durur. Artık kasırga ve fırtına rüzgarı onun gemisiyle oynar durur, böylece o gemiyi de helak olan gemiler arasına atıverir. Nitekim Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:
| İşte onlar, hidâyete karşılık dalaleti satın alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir. (Bakara, 2/16) (Medaricu's-Salikîn, 1/347'den özetle) |
أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ اشْتَرُوُاْ الضَّلاَلَةَ بِالْهُدَى فَمَا رَبِحَت تِّجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُواْ مُهْتَدِينَ {16} سورة البقرة |
Ayrıca münafıklar hakkında özel olarak bir süre nazil olmuştur. Bu süre Kur'anda (Münafikûn = Münafık1ar) süresi diye bilinir. Bu sürede münafıkların müminlere karşı olan düşmanlıkları gayet açık bir şekilde belirtilmektedir. Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:
| Onlar: Allahın elçisinin yanında bulunanlar için
hiç bir şey harcamayın ki dağılıp
gitsinler diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerlerin hazineleri Allahındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar.
"Onlar, Andolsun, eğer Medineye dönersek, en üstün olan, en alçak olanı oradan mutlaka çıkaracaktır diyorlardı. Halbuki üstünlük ancak Allahın ve peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler." (Münafikûn, 63/7-8) |
هُمُ الَّذِينَ يَقُولُونَ لا تُنفِقُوا عَلَى مَنْ عِندَ رَسُولِ اللَّهِ حَتَّى يَنفَضُّوا وَلِلَّهِ خَزَائِنُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لا يَفْقَهُونَ {7} يَقُولُونَ لَئِن رَّجَعْنَا إِلَى الْمَدِينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الأَعَزُّ مِنْهَا الأَذَلَّ وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لا يَعْلَمُونَ {8} سورة المنافقون |
Münafıklar, kendilerini üstün ve şcrefli, Hz. Peygamberi aşağı ve hakir
görüyorlardı. Beni Mustalik dönüşünde onu, Medineden çıkaracaklarını
söylüyorlardı.
Mademki bu sınıfların tümünün İslam düşmanları olduğunu bilip tanımaktayız. 0
halde bize düşen görev, Yahudilerle hıristiyanların düşmanlıklarının çok daha
büyük bir tehlike olduklarını bilmek olmalıdır. Çünkü bu iki güç bugün dünyanın
büyük bir boyutunu hakimiyet ve güç alanlarına katmış durumdadırlar. Ki bunlar
değişik yollarla müslümanlara karşı savaşlarınrı sürdürmektedirler. Bu
nitelikteriyle de yahudi ve hıristiyanlar, aldatmış oldukları müslüman çocukları
önünde cazibenin ve parlaklığın sembolü haline gelmiştirler.
Seyyid Kutub merhum şunları
yazmaktadır: Yeryüzünde müslümanlara karşı olarak yahudilerin ve hıristiyanların
hemen her zaman ve her
yerde sürdürdükleri savaşın hakikati ve gerçeği şudur. Müslümanların akidelerine
ve inançlarına karşı olan düşmanlıklarıdır. Gerçi bunlar bazan kendi aralarında
da birbirleriyle çekişip durmaktadırlar. Ancak her zaman birleşmelerinin ve bir
araya gelmelerinin nedeni İslama ve müslümanlara karşı olmalarındandır.
Onlar bu savaşı sürdürmek için, değişik plan ve iğrençliklerle, hile ve
tuzaklarla çeşitli şeyleri bayraklaştırırlar. Çünkü kendileri, müslümanların
dinleri ve akideleri uğruna karşı gerçekten samimi ve fedakar olduklarını, bu
uğurda her şeyi yapabileceklerini bilmektedirler. Yani yahudi ve hıristiyanlar
şayet müslümanlara, sırf onlara akidelerinden dolayı saldırdıklarını açıkça
söylerlerse, bilirler ki, müslümanlar buna izin vermeyeceklerdir. İşte sırf bu
yüzden ve müslümanların akidelerine olan bağlılıklarından korkmaları
sebebiyledir ki, müslümanlara bir başka yoldan tuzak kurup saldırmaktadırlar.
Düşmanların bugün müslümanlara karşı sürdürdükleri savaşı ya topraklarının
gasbedildiği adı altında, ya da iktisadi ve siyasi bazı nedenlerle veya bazı
askeri merkezler nedeni ile, kısaca bunları bahane ederek saldırıya kalkışırlar.
Bunlar bizden kendilerince aldatılmış olanlar içine korku atarlar ve onları şu
ifadelerle aldatırlar. Artık günümüzde, inanç ve din uğruna savaşmak
geçerliliğini yitirmiştir. Bu eskidendi. Bugün artık bunun geçerli bir anlamı
kalmamıştır. 0 halde, akide sebebiyle bir savaş bayrağı çekmenin de bir anlamı
kalmamıştır. Bu isimle savaşa kalkışmanın da bir manası yoktur. Bugün halâ
böyle bir savaşı sürdürmek isteyenlerin hepsi gericidirler, hepsi de
mutaassıbtırlar. Böyle derler. Böyle söylemelerinin bir nedeni de şudur. Halkın
yeniden inançları ve imanları uğruna harekete geçmesini önlemek ve bu hususta
güvencede olmak isterler. Her şeyden önce bu, onların ruhlarına iyice yerleşmiş
kesinlik kazanmıştır. Bunlar herşeyden önce bu sapasağlam kayayı yıkmak ve
ortadan kaldırmak isterler. Halbuki bizler hep birlikte uzun süre onların bu
gücünü ortadan kaldırmış idik.
Ancak bugün, biz onların tuzaklarına yakalanıp aldandık. Bu
bakımdan da kendimizden bir başkasını kınamayalım. Halbuki bizler, yüce Allahın
Peygamberi Hz. Muhammede ve onun ümmetine yöneltmiş olduğu gerçekten uzaklaşmış
bulunmaktayız. Gerçekten Rabbimiz ne doğru buyurmuştur ve zaten her şeyden
münezzeh olan Rabbimiz doğru söyleyenlerin en doğrusudur:
Sen dinlerine uymadıkça yahüdiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. (Bakara, 2/120)
İşte onların tek istediği bu değerdir. Onlar ancak böyle bir şeye rıza
gösterirler. Bunun dışında kalan şeyler ise hepsi onlara göre reddedilmeli ve
terkolunmalıdır. Fakat bu hususta kesin durum ve dosdoğru yöneltme şudur:
De ki, "Doğru yol, ancak Allahın yoludur. (Bakara, 2/120). Dikkat
edilirse gayet kısa ve öz olarak Rabbimiz şöyle buyuruyor: Asıl doğru yol,
ancak ve bizzat Allahın yoludur. Bu yolun dışında kalan tüm yollar doğru ve
hidayet yolu değildir. (Fi Zilâlil-Kuran, 1/108.)