ÖNSÖZ
Elfaz-ı küfür, itikad ve amellerin kemâl
bulması gerçekten mühim meselelerdendir. Bu meselelerin derin bir araştırma
yaparak gayeye uygun bir şekilde öğretilmesi için her türlü ihtimamın
gösterilmesi, elbette terkine imkân olmayan bir vecibedir.
Bir insan, iman ve küfrün ne olduğunu
bilmezse, hidâyet, dalâlet ve ilhâdın da ne olduğunu kavrayamaz. Kelime-i
Tevhidin alışkanlık icabı söylenişi, insanı ancak icmâlî imana götürür. Bu
inanışla da tafsîle, tahkike ve ilme varılamaz.
Elfâz-ı küfrün ifade edilmesi de,
inançların fesadına, fikirlerin bozulmasına yol açarak, insanı irtidat
bataklığına sürükler. Böyle bir belâya duçar olan kimse bin yıl oruç tutup namaz
kılsa ve diğer bütün ibadetleri de ifa etse, asla faydasını göremez. Onun yeri
Cehennemdir. Hususiyle isyan, ifsad ve cehâlet denizinin taştığı, yeryüzünün her
yerinde Hakkı inkâr cereyanlarının yayıldığı, azgınlığın, içi çürük dışı
yaldızlı güzelliklerin ve bid'atlerin mahir eller tarafından süslenerek
sunulduğu, böylesine çetin bir zamanda imanı kurtarmak kolay değildir.
Bu müstesna isi yaparak, iman hususunda
kesin bir bilgiye sahip olan kimseler ne kadar azdır. Dilini küfre götüren
sözlerden korumak ve ihsan mertebesine; Allah'ı (c.c.) görür gibi iman ve ibadet
etme derecesine ulaşmak sureti ile, imanın hakikatine varmaya muvaffak olanlar
ne kadar bahtiyardır. Hakka boyun eğmek, yakîne ulaşmak ve marifet nurunun
tahakkuk etmesi gibi ruhen yükselmenin ifadesi olan halleri yaşayanlar, elbette
vazifelerini bihakkın ifa etmenin lezzetini duyan kimselerdir.
Günümüzün aklı başında insanları tek bir
şeyle meşgul olmaya mecburdurlar. O da, insanın ruhunu, Cehennemde
ebediyyen kalmak gibi bir felâketten kurtarıp, kullarına sayısız nimetler
bahşeden Allah'ın rahmetine kavuşturmak İçin olanca güçleri ile çalışmaktır.
Bu da ancak İman Ahlâk ve Muamelât
sisteminin tesiriyle mümkündür. Bu üç unsur, marifetin sebepleridir.
Ey merhamet sahibi olan Allah'ım! Hakkı kabul etmek niyeti ile kitabımı okuyup, tetkik eden, irfan, (3) iz'an ve insaf erbabının imanı ile beraber benim imanımı da koru. Seni kemali ile tanımak ve vuslatına nail olmak için bize lütuf ve merhametinle kolaylıklar ihsan eyle...
(3) Allah'ı (c.c.) ve Allah'ın sıfatlarını bilmek, ilimlerin en
yücesi, en büyüğü, en faydalısı, en mükemmeli, en şereflisi, en parlağı, ruha en
fazla tesir edenidir. Akl-ı selim sahibi bir müslümana evleviyetle bu ilmi
tahsil etmek farzdır. Bu ilim, bütün ilimlerin aslı, herşeyin ,özü, bütün
saadetlerin kaynağı, her güzel hasletin başlangıcı, dünya ve âhiret saadetinin
esasıdır. Bu ilmi iyi bilen bir insan, itikadını şüphenin karanlığından,
şeytanın ve nefsin hilelerinden kurtarmış olur. İnsan, bu ilimle iyi kimseler
zümresine ilhak olur, imanı kuvvet bulur, yakîn nuruna nail olur. İşte bunun
içindir ki bu ilmi, Peygamber (s.a.v.) ilmin başı olarak vasf etmiştir. Bu ilmi,
aklî ve naklî delilleri ile bilemeyen bir kimsenin taklide başvurmaktan başka
çaresi yoktur. Taklid, Mâtüridî mezhebine göre caizdir.
Mutezile ulemasına göre tahlid câiz değildir. Hatta Ebu Hâşim,
taklid edenin kâfir olacağını söylemiştir. Şüphesiz ki doğru olan bizim
mezhebimizin görüşüdür. Bununla beraber taklid yapan kimse günahkârdır.
Peygamberimizden (s.a.v.) şöyle bir hadis-i şerifin rivayet olunduğu ileri sürülmüştür: "İhtiyarların dinini tahlid edin." Halbuki bu, hadis-i şerif değildir, Süfyân-ı Sevrî'nin sözüdür. Hadise şundan ibarettir: Mutezile mezhebinden bir grup, taklid erbabının makamının Cennet ile Cehennem arasında bir yerda olduğunu iddia etmiştir. Bunun üzerine yaşlı bir kadın onlara itiraz ederek şu âyet-i celileyi okumuş: "O (Allah) sizi yaratandır. Böyle iken kiminiz, kâfir (oluyor), kiminiz mü'min. Allah ne yaparsanız hakkıyle bilendir." (Tegâbun sûresi, 2) Hakikat bundan ibarettir demiştir. Bunu duyan Süfyân-ı Sevrî: "İhtiyarların dinini (itikadını) taklid edin" demiştir.
Müellif
Ahmed Ziyâuddin Gümüşhanevî