Her kim kabul edip alırsa Demakrasi adındaki ilmi yunanı, bilsin ki
inkâr etmiştir nuru Kur'anı!..
(Mustafa Çelik) |
"Kerametlerin en büyüğü kötü ahlâkını değiştirmendir." {Sehl b.Abdullah
R.a.} |
"Din ile Devlet ikizdir. Bunlardan birisinin kalkması; diğerinin de
kalkması demektir. Kökü olmayan yıkılmaya mahküm olduğu gibi bekçisi
olmayan temel de yıkılır, yok olur." {İsmail Hakkı Bursevî Rh.a.} |
"Bugün İslam adına ortaya çıkmış olan hareketlerle, saadet asrında
oluşan hizbullah arasında büyük tezatlar vardır. Bunun sebebi şudur:
Bugün İslam coğrafyasında ortaya çıkmış olan birçok İslamî grubun
zaafiyet ve sapıklığı devletleşme devrelerinin bulunmamasından ileri
gelmektedir. Bazıları tevhidden bahsediyorlar, ama devlet ve hilâfet
noktasında susmayı tercih ediyorlar, öte yandan içerisinde
yaşadıkları müşriki devletin yıkılmasından, tağutlaşan idarecilerin,
kralların ümmetin idaresinden uzaklaştırılmalarından hiç bahsetmiyorlar.
Dolayısıyla çalışma programlarına devletleşme devresini alamayan bu
grublar, Tağutların ve Kralların hakimiyeti altında cahiliyye devletine
katkıda bulunmaya, cahiliyye devletinin istek ve arzularına ortak olmaya
çalışan ruhsuz ve huysuz bir neslin ortaya çıkmasına vesile olmuşlardır.
Bu münasebetle diyoruz ki; devletleşme devresi olmayan hareketler,
Tağuti düzen için güvenlik sibobu olmaktan öteye geçemezler. {Mustafa Çelik} |
|
|
Yeni Bir Kara Eylül Planı: YOP
Kara Eylül Hareketi'ni okuyucularımızın tümünün
mutlaka duymuş olduklarını tahmin ediyorum. Ama sanıyorum mahiyeti
hakkında bilgi sahibi olanların sayısı çok değildir. Onun için önce
bu olaydan özetle söz etmek gerekir.
Filistin halkına ihanet ve işgalci siyonist devlete tampon olması
için kurdurulan Ürdün Haşimi Krallığı'nın 1946'da başlayan 60 yıllık
tarihi ihanetlerle doludur. 1948'de Filistinli mücahitler
siyonistlere karşı savunma mücadelesi verdiklerinde Ürdün, İngiliz
Glop Paşa emrindeki askerlerini göndererek müdahale etmişti. Ürdün
kuvvetleri mücahitlere: "Biz düzenli orduyla müdahale ettik,
kontrolünüzdeki bölgeleri bize teslim edin" diyor, sonra da yapmacık
çarpışmalarla siyonist teröristlere yenilerek oraları terk
ediyorlardı. 1948 Savaşı'nda siyonistlerin toprak genişletmeleri
işte bu oyunla oldu.
1967 Haziran Savaşı'nda da Kral Hüseyin Doğu Kudüs ve Batı Yaka'daki
askerlerini daha siyonistler buralara girmeden çekti. İşgalciler de
güle oynaya, hatta Müslümanların kutsal değerleriyle alay ederek
oralara girdiler.
1967 işgali sebebiyle Batı Yaka'dan çıkarılan Filistinli gerillalar
Ürdün kontrolündeki Doğu Yaka'ya yerleştiler ve oradan siyonistleri
zorlayan baskınlar düzenlemeye başladılar. Bunun üzerine siyonist
devletten ve ABD'den talimat alan Ürdün kralı Filistinli gerillaları
tasfiye etmek için sebep oluşturma oyunları yapmaya başladı. Önce
birtakım uyduruk gerekçelere dayandırılan siyasi gerginlik
oluşturuldu. 7 Haziran 1970'te de Zerkâ'da Ürdün askerlerinin
gerillalara saldırması üzerine çatışma çıktı. Bu çatışmalar sonra
yayıldı ve ara sıra ateşkes anlaşmaları yapılarak 1971'e kadar
sürdü. 1 Eylül 1971'de Kral Hüseyin'e suikast girişiminde bulunuldu.
Gerçekte ise Hüseyin ABD ve İsrail'den silah takviyesi almış,
Filistinli gerillaları tasfiye etmek için geniş çaplı saldırı planı
hazırlamıştı ve bunun gerekçesini oluşturmak istiyordu. Suikast
girişimi gerekçe oldu ve 13 Eylül 1971'de tarihe Kara Eylül Hareketi
olarak geçen askeri operasyon başlatıldı. Bu operasyonda Filistinli
gerilla ve sivillerden üç bin kişi Hüseyin'in adamları tarafından
öldürüldü. Hayatta kalan gerillalar da Lübnan'a göç etmeye mecbur
edildi. Böylece siyonist işgal devleti kendisini rahatsız eden
gerillalardan kurtulmuş oldu.
Siyonist devlet Arap dünyasındaki yönetimlerin hiçbirinden
çekinmiyor. Onu rahatsız eden, ihlas, samimiyet ve fedakârlıkla
mücadele eden direniş hareketleri ve onların şehadeti en ulvi gaye
olarak gören mücahitleridir. ABD Dışişleri bakanı Rice'ın son
Ortadoğu ziyaretinde gündeme getirdiği Yeni Ortadoğu Projesi
(YOP)'nin temel eksenini de işte bu direniş örgütlerinin tasfiye
edilmesi, silahtan arındırılması amacı oluşturmaktadır. Rice zaten
bu amacını gizli tutmayıp çok açık dille ifade ederek Hizbullah'tan
başlanarak İsrail'i rahatsız eden tüm silahlı grupların tasfiye
edilmesi esasına dayalı bu projenin hayata geçirilmesi için Arap
ülkelerinden kendilerine yardımcı olmalarını istedi. Bu sebeple YOP
yeni bir Kara Eylül Hareketi planıdır. Ancak ABD ve İsrail bu planı
askeri yönden hayata geçirmenin ağıra oturacağını bildiğinden, Arap
dünyasındaki ihanet yönetimleriyle işbirliği yaparak siyasi bir Kara
Eylül Hareketi gerçekleştirilmesini istiyor. Rice'ın son Ortadoğu
ziyaretinin amacı bu işbirliğinin genel çerçevesini belirlemekti.
ABD bu planı Roma toplantısının da öncelikli gayesi haline
getirebilmek için bayağı çaba harcadı.
Anlaşıldığı kadarıyla işgalci siyonist rejimi rahatsız eden direniş
hareketlerini silahtan arındırma amacına yönelik YOP'un jandarmalığı
için Suudi Arabistan kralı Abdullah uygun görülmüş. Hizbullah
işgalci saldırganlara karşı eylem gerçekleştirdiğinde Suud
yönetiminin bu hareketi suçlayarak olanlardan sorumlu tutan
açıklamalar yapması böyle bir göreve soyunduğunun ilk işaretiydi.
Ardından bu yönetimin kapıkulu fakihlerinden Abdullah ibnu Cibrîn'in
Hizbullah'ı ve Şiayı tekfir eden, onlara dua etmenin bile haram
olduğunu iddia eden fetva yayınlaması bu işi iyice açığa çıkaran
gelişme oldu. (Bu konu hakkında hazırladığımız dosyayı mutlaka
okumanızı tavsiye ediyoruz. Bkz. İlmi Fitneye Alet Etmeyin) İş öyle
bir noktaya vardı ki bir İsrail gazetesi Suudi Arabistan
yöneticilerinin İsrailli yetkilileri arayarak kendilerinin de
Hizbullah'tan rahatsız olduklarını ifade ettiklerini ve ona karşı
başlattığı hareketten dolayı siyonist devleti tebrik ettiklerini
yazabildi.
YOP'un Mayası Tutar mı?
Ortadoğu'yla ilgili "..OP"lar gerçekte, her gün biraz daha battığını
ve geleceğini kurtarabilmesi için birilerinin kendine el uzatmaları
gerektiğini düşünen siyonist devletin imdat çağrılarına ABD'nin
cevaplardır. Siyonist devlet tehlike sireni çaldıkça, ABD bir "..OP"
atıyor. Tutmayınca başka bir "..OP" atıyor. Son olarak da "YOP"
attı.
YOP jandarmalığının Suudi Arabistan'a verildiğini bir önceki
yazımızda dile getirmiştik. Öncelikli amacı ise siyonist devleti
ciddi şekilde rahatsız eden ve geleceğini tehlikeye sokan direniş
hareketleri arasında yer alan Hizbullah'ı, en azından askeri
kanadını dağıtarak elindeki silahları toplamaktır.
ABD, bu konudaki havuç - sopa politikasını Suud Krallığı vasıtasıyla
yürütmeye çalışıyor. Suud rejimi bir yandan Hizbullah'a sözlü
saldırıda bulunurken diğer yandan da Lübnan'a yüklü bir para yardımı
yaptı. Ayrıca yardımın devamının geleceğine dair vaadlerde bulundu.
Kara operasyonlarında başarılı olamayıp sürekli kayıp verdiği için
daha fazla ilerleme kararından vazgeçen işgalci devlet ise hava
saldırılarını yoğun bir şekilde sürdürüyor. İşgalci saldırgan
Gazze'de yaptığı gibi Lübnan'da da özellikle altyapı tesislerini,
insanî hizmet kurumlarını ve sivil savunmasız insanların evlerini
hedef alıyor. Bu, sadece işgalci siyonistin vahşi yüzünü ortaya
çıkaran bir realite değil aynı zamanda planlı bir şekilde yürütülen
askeri stratejidir. Aynı stratejiyi ABD'nin Irak'ı ilk işgal ettiği
dönemde ve bazı şehirlere yönelik kapsamlı operasyonlarda
yürüttüğünü biliyoruz.
Lübnan'da yürütülen bu stratejinin YOP'la da ilgisi var. Uzun süren
iç savaştan sonra eski başbakan Refik el-Hariri'nin öncülüğünde
yeniden yapılanma dönemi başlatan ve bu yüzden dış borç yükü altına
giren Lübnan'ın işgalci siyonistlerin tahrip ettiği tesislerini inşa
etmek için dış yardıma ihtiyacı olacak. Suudi Arabistan bunun için
kesenin ağzını cömertçe açmaya hazır olduğunu ortaya koydu. Ama
ABD'nin dayattığı YOP gereği, Lübnan yönetiminden bir karşılık
isteyeceği kesin. O da Hizbullah'ın askeri kanadının dağıtılması ve
güneye Lübnan ordusu askerlerinin yerleştirilmesi olacak. Zaten
Rice'ın son Beyrut ziyareti esnasında tartışılan konu da buydu.
Birbirinden bağımsız geliştiği zannedilen hadiseleri biraz arka
planlarıyla birlikte tahlil ettiğimizde gerçekte aralarında irtibat
olduğunu fark ediyoruz.
Suud rejimi YOP jandarmalığını üstlenmesinden dolayı ortaya koyduğu
Hizbullah karşıtlığını kendince haklı bir gerekçeye dayandırmak için
bu oluşumun Şiî kimliğini öne çıkarıyor. Bunu yaparken bir yandan da
ABD emperyalizminin Irak'ta ortaya çıkardığı mezhep fitnesini tüm
İslâm âlemine yayma çabalarına hizmet ediyor.
Fakat temel ekseninde Hizbullah'ın askeri gücünün tümüyle ortadan
kaldırılması ve böylece işgalci siyonist devletin rahatlatılması
fikri olan YOP'un uygulamaya geçirilmesinde Suud rejiminden çok
Lübnan halkının ve yönetiminin kararı etkili olacaktır. Suud
krallığı kanalıyla havuç - sopa politikası uygulanması, siyonist
devletin saldırılarıyla harabeye çevrilen Lübnan'ın yeniden imarı
için dış yardım ihtiyacının istismar edilmesi bundan dolayıdır.
Lübnan'daki yönetimde bu konuda bir ittifak olmadığı ve oluşmayacağı
biliniyor. Hükümetteki bazı yetkililer YOP'a olumlu baktıklarını
belli ediyorlar. Ama bu kişiler halkın içindeki kitlesel tabanları
temsil etmekten uzaktırlar. Kitlesel taban ise plana kesinlikle
olumlu bakmıyor. Rice ziyareti sonrasında oluşan siyasi hava da
plana sıcak bakılmadığını ortaya koydu.
Lübnan'ın hıristiyan asıllı cumhurbaşkanı Emil Lahud, yaptığı son
açıklamasında İsrail'in kesinlikle Hizbullah'ı silahtan
arındıramayacağını ifade etti. Daha önce yaptığı açıklamada ise
Hizbullah'ın onurlu bir mücadele içinde olduğunu dile getirerek
destek verdiğini ortaya koymuştu. Ne kadar gariptir ki hıristiyan
asıllı Lübnan cumhurbaşkanı siyonist rejimi zorlayan mücadelenin
yanında yer alırken, kendini Hâdimu'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn (iki
şerefli haremin hizmetçisi) olarak kabul ettirmeye çalışan Kral
Abdullah siyonistleri rahatlatma amaçlı planın jandarmalığını
üstleniyor.
Biz ABD ve Suud rejiminin oyunlarına rağmen YOP'un da tutmayacağına
inanıyoruz. Bu da tutmazsa alfabenin son harfine gelinmiş, sonra da
ABD'nin elindeki tüm "..OP"lar bitmiş olacak. Bir İngiliz gazetesi
haçlı işgalinin 88 yıl sürdüğüne dikkat çekerek, siyonist işgalin
onun kadar şanslı olması halinde en fazla o kadar yaşayabileceğini
dile getirmişti. Biz o kadar şanslı olabileceğini sanmıyoruz.
Türkiye YOPlanmamalı
Siyonist işgal devleti vahşet tarihine yeni bir Kana katliamı
ekledi. Şimdi de güya katliamın soruşturulması için kendine 10-15
gün süre tanınmasını istiyor. Biz işgal devletinin bu numaralarını
tanıyoruz.
Birinci Kana katliamı siyonistlerin dünyaya "barış adamı" diye
yutturdukları Şimon Peres'in emriyle gerçekleştirilmişti. Peres,
yine çoğu kadın ve çocuk 108 savunmasız insanın katledildiği o
katliam hakkında yaptığı açıklamalarında yanlışlık yapıldığını
söylerken bunun sorumluluğunun kendine ait olduğunu ilan etmekten de
çekinmiyordu. "Yanlışlık" dışarıya "üstlenme" içeriye mesajdı. Çünkü
katliam İsrail parlamento seçimleri öncesinde gerçekleştirilmişti ve
o zaman iktidarı elinde tutan, başkanlığını zamanın başbakanı
Peres'in yaptığı İşçi Partisi'nin tabanından dahi Şaron'un
liderliğindeki Likud Partisi'ne oy kayıyordu. Peres, Likud'a giden
oyları İşçi Partisi'ne çekebilmek için böyle bir katliam
gerçekleştirmeğe ihtiyaç duymuştu. Bu da Filistin topraklarına
yerleştirilen yahudi göçmenlerin oluşturduğu "İsrail toplumu"nun
realitesini ortaya koymaktadır. Onların oylarının alınması için
seçim mitingleri değil katliamlar, masum insanların kanları işe
yarıyor.
Geçtiğimiz Pazar günü gerçekleştirilen Kana katliamı da işgalci
devletin planlı ve kasıtlı bir şekilde gerçekleştirdiği katliamdır.
İşgal devletinin bunda birçok amacı bulunmaktadır. En başta askeri
birliklerinin kara çarpışmalarında aldığı ağır darbelerden dolayı
ordusunun ve "İsrail toplumu"nun ciddi moral kaybetmesinden
kaynaklanan psikolojik havayı dağıtmak, Hizbullah direnişi
karşısında karamsarlığa kapılan kitlesel tabanına yeniden moral
kazandırmak istemiştir. İkinci önemli amacı, göğüs göğüse
çarpışmalarda aldığı yenilgiden dolayı "veren taraf" olmamak için
karşı tarafa ağır kayıplar verdirmekti. Bu yolla Lübnan toplumuna
çarpışmaların devamının kendilerine maliyetinin ağır olacağı mesajı
vermek ve bu toplumun savaşanları anlaşmaya zorlamasını sağlamak
istemiştir. Böyle bir zorlama olması durumunda masaya oturmaya
zorlanan tarafın kendisi olmayacağını dolayısıyla "yenilmez" imajını
kurtarabileceğini düşünmüştür. Üçüncü önemli amacı ise Hizbullah
direnişi karşısında daha fazla zorlanmadan ve kayıp vermeden uluslar
arası mekanizmaların devreye girmesini böylece "daha fazla kan
dökülmesini önleme gerekçesiyle" Lübnan'ın ve Hizbullah'ın İsrail'in
taleplerini kabule zorlanmasını sağlamaktı. Bu da tabii siyonizmi
himaye eden emperyalist güçlerle işbirliği içinde oynanan bir
oyundur. Saldıran ve katliam yapan taraf İsrail olduğu halde "daha
fazla kan akıtılmasını önleme" amacıyla ona baskı yapılmazken, hatta
bir kınama kararı bile çıkarılmazken Hizbullah'ın ve Lübnan'ın
teslim olmasını, işgalci siyonistlerin dayatmalarını kabul
etmelerini sağlamak amacıyla "daha fazla kan akıtılmaması"
gerekçesini kullanabilmektedirler.
Bundan önceki yazılarımızda mahiyetini ortaya koyduğumuz YOP'u
zamana yayma amaçlı "barış gücü" hikâyesi de işte bu oyunun bir
parçasıdır. İşgalci siyonist devlet kara operasyonunda başarılı
olsaydı Lübnan'ın güneyinde, Hizbullah'ın en azından katyuşa
füzelerinin "İsrail sınırı" ötesine ulaşmasını engelleme amaçlı bir
güvenlik bölgesi yani tampon bölge oluşturacaktı. Ama yaptığı her
atağında ağır darbeler aldığı ve büyük kayıplar verdiği için hiçbir
ilerleme kaydedemediği gibi askerî yönden herhangi bir başarı da
gerçekleştiremedi. İşte bu yüzden tampon bölgenin BM ve ona yön
veren çağdaş emperyalizm vasıtasıyla oluşturulmasını istiyor. "Barış
gücü" vasfı da bu oyunda, çağdaş emperyalizmin diplomatik
sahtekârlığından yararlanılarak kullanılan maskedir. Böyle bir şeyin
gerçekleştirilmesi durumunda ABD'nin İsrail'i sağlama alma amaçlı
YOP'una giden yol da açılmış olacaktır.
Burada Lübnanlıların sorduğu soruyu biz de soralım: Saldıran, tehdit
oluşturan, katliamlar gerçekleştiren taraf İsrail. Peki, neden
"barış gücü" İsrail tarafına değil de Lübnan tarafına
yerleştiriliyor? Çünkü amaç hiçbir insanî ölçüye saygı duymayan,
saldırganlıkta sınır tanımayan siyonist tehdide karşı bir güvence
oluşturmak değil, siyonist işgal devletini sağlama almak. Yani
taşları bağlayıp köpekleri salıvermek.
Türkiye eğer ki böyle bir plana destek verirse emperyalistlerin
siyonist saldırganları sağlama alma amaçlı oyunlarına getirilmiş ve
taşları bağlayıp köpekleri salıverenlerin safında yer almış
olacaktır. Onun için Türkiye'deki yetkililere iyi düşünmelerini,
YOPlanmamaya özen göstermelerini tavsiye ediyoruz.
Ahmed VAROL 03.08.06 Velfecr com.
|
|
|
|
İktibaslar |
Linkler |
"EY MÜSLÜMANLAR! İslam'ın meselelerini saklamayın, tahrif edip de
değiştirmeyin. İslam'ın düşmanlarına yaranmak, yağ çekmek veya talep ve
arzularını yerine getirmek, makam ve mevki elde etmeyi, mevcut makam ve
maaşı elden kaçırmamayı göz önüne getirerek, taviz verir müsamaha
gösterirseniz davayı kaybedersiniz!" |
"Allah davasını savunanlar hep hakkı tebliğ etmişler, tağutu savunanlar
ise hakkı tebliğ edenlere hep işkence edegelmişlerdir!" |
Ey bu vatan
gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri
hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akılla onların sefahet ve bâtıl
efkârlarına ittibâ edip emniyet ediyorsunuz?
Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, ittibâ değil, belki şuursuz olarak
onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi i’dam
ediyorsunuz.
Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittibâ ettikçe, hamiyet dâvâsında
yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibâınız, milliyetinize karşı
bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır.» (Saidi Nursî, Lem’alar sh: 120) |
|