ABD’nin Irak’a saldırmasından kısa bir süre önce
Hollywood’da şöyle bir film çekildi:
Vietnam’da bir grup işgalci Amerikan askeri, çatışmada
yaralanan arkadaşlarını hastaneye getirir.
Hastanede çok sayıda Vietnamlı sivil yaralı vardır.
Hepsi de acil durumdur.
Bütün doktorlar ve hemşireler bu yaralılarla
ilgilenmektedir.
Askerler, önce kendi arkadaşlarına bakılmasını, ameliyat
masalarındaki Vietnamlı yaralılardan birinin masadan
atılmasını talep eder.
Doktorlar ve hemşireler bunu tereddütle karşılar.
Tartışma çıkar.
Tartışma devam ederken yaralı asker ölür.
Arkadaşları çılgına döner.
Makineli tüfeklerinin namlularını Vietnamlı yaralılara
çevirirler.
‘Yapmayın, etmeyin’ diyen komutanlarını dinlemeden hepsini
–kadınlar ve çocuklar dahil- hunharca katlederler.
Bu katliam yıllarca gizlenir.
Ortaya çıktığında, katiller askeri mahkemeye verilir.
Hadise, bütün dehşetiyle jürinin önüne serilir.
Katliamı önlemeye çalışmış olan komutan, fena halde duygusal
bir müzik eşliğinde, şöyle bir konuşma yapar:
“Bu hadiseyi yıllarca gizledim, çünkü vatanları için
hayatlarını tehlikeye atan bu kahramanların o cinnet anında
işledikleri suç yüzünden kötü insan damgası yiyip hapislerde
çürümesini istemedim. Onlar iyi insanlardır, vatansever
insanlardır, faziletli insanlardır. Gerçek karakterlerini
yansıtmayan o cinnet anına bakarak, bu güzel vasıflarını
görmezden gelemeyiz. Savaşın dehşetini yaşamayan, can
yoldaşının vurulduğunu ve can çekiştiğini görmeyen, onun
hayatını kurtarma telaşına düşmeyen hiç kimse, bu insanların
yaptığı şeyi anlayamaz ve yargılayamaz. Evet, büyük bir
suçtan söz ediyoruz. Fakat unutmayalım ki bu suç, yaralı bir
Amerikan askerini kurtarmak için girişilen soylu bir çabanın
sonucudur. Jüriye yalvarıyorum: Savaştan önce ve sonra
faziletli bir hayat süren ve savaş sırasında da o cinnet anı
hariç daima faziletli bir duruş sergileyen bu vatansever
insanlara cani muamelesi yapmayın. Ülkemizi ve yaşam
tarzımızı korumak için savaşmamız doğru değil diyorsanız,
size söyleyecek bir şeyim yok. Ama savaşı kabul ediyorsanız,
böyle acı olayların yaşanmasını da kabul etmeniz gerekir…”
Uzun lafın kısası, Vietnamlı sivil yaralıları katleden
Amerikan askerleri mahkemede aklanır ve kendilerine
neredeyse şeref madalyası takılır.
Ben bu filmi televizyonda seyrettiğimde Irak’ın işgali
çoktan tamamlanmış, Felluce yakılıp yıkılmış ve Ebu Ğureyb
zindanındaki vahşet bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştı.
Onun için, “Böyle bir film nasıl çekilebilir? Böyle iğrenç
bir mesaj nasıl verilebilir? Böyle korkunç bir suç nasıl
mazur gösterilebilir?” diye düşünmeme gerek kalmadı.
Jeton peşinen düştü:
Amerikan hükümeti, sinemayı kullanarak, Irak’ın işgali
sırasında işlenecek iğrenç suçların ortaya çıkması
ihtimaline karşı kamuoyunun bağışıklık sistemini
güçlendirmeye çalışmıştı!
Hadise kasabasında, direnişçiler tarafından öldürülen bir
arkadaşlarının intikamını almak için (!) önlerine gelen eve
girerek Iraklı aileleri hunharca katleden Amerikan
askerlerine kamuoyunda yeterince tepki gösterilmemiş
olmasını bu tür propagandalara bağlayabiliriz.
Vatanlarını ve Amerikan hayat tarzını korumak için canlarını
tehlikeye atan yiğit Amerikan askerleri, silah
arkadaşlarının öldürülmesi üzerine cinnet geçirmişlerdi, o
kadar!!!
Bakalım Amerikan vicdanı, Mahmudiye kasabasındaki tecavüz ve
katliam olayını nasıl meşrulaştıracak!
İşgalci askerler Iraklı bir kadını evine kadar takip ediyor,
eve giriyor, evdeki üç erkeği bir odaya kilitliyor, kadına
tecavüz ediyor, tecavüzden sonra kadınla üç erkeği –biri
çocuk- öldürüyor ve cesetleri yakıp gidiyorlar…
Buna da mı “cinnet” diyecekler?
O biraz zor!
Zira, olayın ortaya çıkmasını sağlayan itirafçı asker,
kadını bir hafta boyunca takip ettiklerini ve planlı hareket
ettiklerini söylüyor!
Bir anlığına gelip giden şeytani bir düşünce olarak bile
insanın tüylerini diken diken etmesi gereken bu korkunç
vahşet, Amerikan askerleri tarafından 1 hafta boyunca enine
boyuna konuşularak planlanabiliyor ve hunharca icra
edilebiliyor…
Bu nasıl bir insanlıktır?
Bu nasıl bir yetişme tarzıdır?
Bu nasıl bir eğitimdir*
Bu nasıl bir askerliktir?
Bir de utanmadan soruyorlar: “Amerika’dan niye nefret
ediyorsunuz?”
Bilmiyorlar ki, Amerika’ya karşı beslediğimiz duyguların
yanında nefret kelimesi çok, çok, çok hafif kalır.
Allah, bin türlü belalarını versin; amin.
Hakan Albayrak 08.07.2006 Milli Gazete
halbayrak@yahoo.com |