O

 

O

 

"İLAHLAR DÜZENİ"NİN

DEVAMI İÇİN OY YOK

   Muhsin'in yüreğine; Hira'da yanan yangının közü düşmüştü. O'nun bütün gayreti, "Kitab"lı bir hayat yaşamaktı. Bunun için de yurt kütüphanesindeki kitapları tek tek okumaya çalışıyordu. Bazan yurt kütüphanesinde bulamadığı kitapları; Milli Türk Talebe Birliği teşkilatının kütüphanesinden temin ediyordu.

   Milli Türk Talebe Birliği teşkilatı, hakikat arayışı içerisinde bulunan talebelere yardımcı olmak amacıyla kurulmuş bir teşkilattı. Muhsin'in bu teşkilatla ilişki kurmasına, kitapseverliği sebep olmuştu.

   Muhsin, Milli Türk Talebe Birliği teşkilatının kütüphanesindeki kitaplardan istifade etmekle birlikte, teşkilata gelen günlük ve haftalık gazeteleri de okuyup istifade etmeye çalışıyordu. Muhsin, Milli Türk Talebe Birliği teşkilatı tarafından dağıtımı yapılan Hicret gazetesine yurt müdürü Güzel'in vasıtasıyla abone olmuştu. Hicret gazetesi, cemaatten devlete giden yolda ihtiyaç hissedilen Nebevi mesajları sunan bir gazeteydi.

   Muhsin, Hicret gazetesini her cuma günü gidip Milli Türk Talebe Birliği teşkilatından bizzat kendisi alıyordu. Milli Türk Talebe Birliği, Hicret gazetesinin dağıtımını yapan tek temsilci konumundaydı.

   Muhsin, Milli Türk Talebe Birliği teşkilatı bünyesinde Hicret gazetesinin dağıtımını yapmakla sorumlu kılınan teşkilat muhasibi Hasan Bey ile muhatap oluyordu. Muhsin, yine bir cuma günü derslerinin de boş olmasından istifade ederek okuldan erken ayrıldı ve Hicret gazetesini almak için Milli Türk Talebe Birliği'ne geldi. Orada teşkilat başkanı Mert ile tanıştı. Uzun zamandan beridir zihnini meşgul eden şu suali Mert'e yöneltti.

   — Mert Abi Milli Türk Talebe Birliği teşkilatı hakkında size bir sualim var. Şöyle ki; görebildiğim kadarıyla bu teşkilat, İslam davasına hizmet etmeyi şiar edinmiştir. İslam davasına hizmet etmeyi şiar edinmiş bir teşkilatın isminin İslami olması gerekmez mi?

   Muhsin'in bu suali karşısında hayretler içerisinde kalan Mert şöyle dedi:

   — Muhsin kardeşim! Sizi böyle düşünmeye sevkeden nedir? Malûmunuz, teşkilatımızın ismi, Milli Türk Talebe Birliği'dir. Bu isim, İslami değil midir?

   Muhsin, tebessüm etti:

   — Teşkilatınızın ismi, belli bir ırka mensup talebelerin İslami değil, milli birlikteliklerini ifade etmektedir. Oysa ki, İslam davası; herhangi bir ırkın değil, Allah'ın davasıdır. İslam'ın emrettiği birlik ve beraberlik; belli bir ırka mensup olanların kendi aralarında gerçekleştirdikleri birlik ve beraberlik değildir. Aksine, İslam'ın emrettiği birlik ve beraberlik, İslam ümmetinin vahdetidir. İslam ümmeti; sadece bir ırktan meydana gelmemiştir. Yeryüzünde tağutu tekzip edip "Tevhid"i tasdik edenler, hangi kavim ve kabileye mensup olurlarsa olsunlar, onlar İslam ümmetindendirler.

   Muhsin'in bu açıklamalarını dinleyen teşkilat başkanı Mert, tasdik ederek cevap verdi:

   — Senin bu söylediklerin doğrudur. Ancak teşkilatımızın amacı da budur zaten. Bence önemli olan teşkilatın ismi değil, onun gerçekleştirdikleridir.

   Muhsin, ısrarla devam etti:

   — Eylemi İslami olanın, söylemi de İslami olmalıdır. Teşkilatınızın ismi tesbit edilirken İslami kaygılardan ziyade kavmi duygular ön plânda tutulmuştur. Dolayısıyla Milli Türk Talebe Birliği teşkilatının ismi; tepki olarak Kürt Talebe Birliği, Arap Talebe Birliği, Çerkez Talebe Birliği gibi teşkilatların ortaya çıkmasına gebe olan bir isimdir. Oysa ki, biz müslümanız. Hangi kavim ve kabileye mensup olursa olsun, tağutu inkâr edip tevhidi tasdik eden her müslümanı kucaklamak mecburiyetindeyiz.

   Teşkilat başkanı Mert, kaygılanmıştı:

   — Ben, şu ana kadar teşkilatımızın ismi hakkında böyle yorum yapanı görmedim. Bugün bu açıklamayı bizim yanımızda yaptınız, sakın ola ki, başka bir yerde böyle bir açıklama yapmayınız. Çünkü bu tip açıklamalar, öğrencileri teşkilatımızdan soğutur.

   Muhsin hemen ilâve etti:

   — Mert Abi! Siz, beni yanlış anladınız. Ben, Milli Türk Talebe Birliği'nin ırkçı bir teşkilat olduğunu iddia etmiyorum. Ben, bu teşkilatın isminin ırkçılığa hizmet ettiğini söylüyorum. Mesela Milli Türk Talebe Birliği yerine Müslüman Talebe Birliği olsaydı olmaz mıydı?

   Teşkilat başkanı Mert tasdik etti:

   — Muhsin kardeş! Sizin dediklerinize katılıyorum. Gönül ister ki, teşkilatımızın ismi, Müslüman Talebe Birliği olsun. Ama ne yapalım, bir kere böyle olmuş. Bize düşen görev, bu tip konuları kurcalamamaktır.

   Muhsin, tebessüm etti:

   — Mert Abi! Biz, bildiğimiz doğruları doğru zamanlarda ve doğru yoldan giderek insanlara izah etmekle mükellefiz. Doğruları gizlemek, doğrulara karşı savaşmak kadar tehlikelidir!

   Muhsin, sonra müsaade isteyip Vakıflar Talebe Yurdu’nun yolunu tuttu. Ama aklı hâlâ az önceki diyalogdaydı. Yol boyunca teşkilat başkanı Mert'in açıklamalarına bir anlam vermeye çalışıyordu. Vardığı nokta itibariyle, "saltanat kültürüyle beslenerek büyüyen bir nesilden, doğruları yasaklamaktan ve gizlemekten başka bir şey beklenemez" kanaatine ulaşmıştı.

* * *

   Haftalar sürüp gidiyordu. Muhsin, her cuma günü alıp okuduğu Hicret gazetesi sayesinde saltanat kültürüne bir darbe indirdiğine inanıyordu. Ama ülkede saltanat kültürü ile beslenerek büyüyen müslümanlar da boş durmuyorlardı. Kendi içlerinde saray sultanlarını çoktan tahta çıkarmışlardı. Tahta çıkan saray sultanları, "Şeriat", "Ümmet", "Hilafet", "Siyaset" ve "Cemaat" gibi mevzuları işleyen Hicret gazetesini kendi saltanatlarının istikbali için tehlikeli gördüklerinden ötürü, onu ajan ilân etmekten tereddüd etmemişlerdi.

   Muhsin, cuma günü Hicret gazetesini almak amacıyla Milli Türk Talebe Birliği'ne uğradığında gazetenin geldiğini, fakat sakıncalı bulunmasından dolayı geri gönderildiğini duyduğunda, hayal kırıklığına uğradı. Hemen teşkilat başkanı Mert ile görüşmek üzere odasına gitti.

   Mert'in odasında teşkilat muhasibi Hasan Bey ile hemşehrisi Şükrü öğretmen de vardı. Muhsin, selam verip konuya girdi:

   — Es-selamü aleyküm! Mert Abi, bugün Hicret gazetimizi alamadık. Öğrendiğim kadarıyla siz, gelen gazeteyi geri göndermişsiniz.

   Mert sinirli bir şekilde cevap verdi:

   — Evet, partideki büyüklerimizin ikazları üzerine gönderdik. Hicret gazetesi, artık İslam'ın ve müslümanların aleyhinde yazıyor.

   Muhsin, kızarak karşılık verdi:

   — Mert Abi! Sizin bir yanlışınız var. Hicret gazetesi İslam'ın ve müslümanların aleyhine yazı yazamaz. Size göre sakıncalı olan, İslam'ın ve müslümanların aleyhine olan hangi yazıları oldu?

   Mert'in sinirleri henüz yatışmamıştı:

   Daha ne olsun! Seçimlere bir hafta kalmış, müslümanların sandık başına gitmemelerini tavsiye ediyor. Bu, bizim partimiz için büyük bir darbe değil mi?

   Muhsin, tebessüm ederek Mert'e cevap verdi:

   — Mert Abi! Demokratik sistemlerde yapılan milletvekili seçiminin biz müslümanlarla ne alâkası var? Demokratik sistemlerde yapılan seçimler, Allahu Teala'nın hüküm ve hakimiyetine razı olmayanların kendi hevalarına ve menfaatlarına uygun kanunları yapacak olan milletvekillerini tesbit edip parlamentoya gönderme seçimidir. Tevhid akidesi, Müslümanların böyle bir seçime katılmalarına müsaade etmez.

   Muhsin'in bu açıklamalarını hayretler içerisinde dinleyen Mert daha da kızmıştı:

   — Böyle bir şeyi nasıl düşünüyorsunuz? Parlamento'ya müslüman milletvekili göndermek için çalışmak, bu zamanın en büyük cihadıdır. Seçime katılmamak ise, bu cihaddan mahrum kalmaktır.

   Muhsin, tebessümü çehresinden indirmemeye gayret ediyordu:

   — Mert Abi! Siz, cihadı yanlış anlamışsınız. Çünkü esasında cihad, şirk'in iktidarına son vermektir. Demokratik sistemlerde yasa, anayasa uydurmakla meşgul olan parlamentolara milletvekili göndermek; cihad değil, cinayettir! Çünkü böyle bir seçime katılmak, teşri hakkını, yani şeriat yapma hakkını kendilerinde gören sahte ilahların gücüne güç katmaktır.

   Mert, hayretlerini gayretleriyle buluşturan bir edayla;

   — O halde siz, seçim diye bir şeyi kabul etmiyorsunuz. Red ve kabul diye herhangi bir derdiniz yoktur, diye sordu.

   Muhsin, gülerek cevap verdi:

   — Mert Abi! Biz seçime karşı değiliz. Biz seçime katılmış kimseleriz. Bakınız Allahu Teala'nın bütün insanlardan ruhlar aleminde iken misak aldığı, mütevatir haberlerle sabit olan bir durumdur. Bu bir anlamda Allahu Teala ile insanlar arasında yapılan bir mukaveledir. Her mü'min, "ne zamandan beridir müslümansın?" sualine "Kalu Beladan beri" diyerek cevap verir. "Kalu Bela" kelimesi, katıldığımız ilk seçimi ve bu seçimde Allahu Teala'dan yana reyimizi kullandığımızı ifade eder. Bu nedenle diyoruz biz, katılım oranı yüzde yüz olan bir seçime katıldık. Bu seçimde Rabb olarak Allahu Teala'yı seçtik. Şayet bugün yeniden kanun, yasa, anayasa yapacak birilerini seçmeye kalkışırsak, o zaman ruhlar aleminde Allahu Teala'ya verdiğimiz bu ahdi bozmuş oluruz. Dolayısıyla Demokratik sistemlerde yapılan parlamento seçimlerine katılmak cihad değil, Allahu Teala'ya karşı cinayettir.

   Mert, sinirden titreyen bir sesle karşılık verdi:

   — Muhsin! Bu fikirlerinizle fitne uyandmyörsünüz! Partinin zaafa uğramasına sebep olmaktan başka birsey yapmış olmazsınız.

   Muhsin, artık kızmıştı:

   — Mert Abi! Siz, beni fitne çıkarmakla mı suçluyorsunuz?

   Mert, sinirli sinirli cevap verdi:

   — Tabiî ki, seni fitnecilikle suçluyorum. Senin bu konuştuklarını kim bugüne kadar konuşmuş?

   Bu manzara karşısında insafı galeyana gelen öğretmen Şükrü araya girerek müdahale etti:

   — Mert Abi! Muhsin'e haksızlık ediyorsunuz. Muhsin kardeşimizin söyledikleri tümüyle doğrudur. Şu anda Türkiye'de hüküm sürmekte olan sistem gayr-i İslamidir. Bu sistemden güç alarak hareket edenlerin ortaya koydukları yaşama biçimleri de gayr-i İslamidir. Dolayısıyla kendini bir yaşama biçiminin dışında göremeyenler, otomatikmen karşısında da bulamazlar.

   Mert, sert bir şekilde kestirip attı:

   — Kardeşlerim! Bu münakaşayı keselim. Biz inancımıza uygun bir sistemin kurulmasını istiyorsak, bu seçimlerde partinin kazanması için çalışmalıyız. Parti yoluyla mücadele etmeyi dışlayan düşünceler zararlı düşüncelerdir.

   Muhsin, aynı sertlikle karşılık verdi:

   — Mert Abi! Siz, bizi anlamak istemiyorsunuz. Siz, Tevhid tarihi boyunca kendi kavminin mantığına mahkûm olmuş bir Peygamber gösterebilir misiniz? Hz. Musa (as), Firavun'a; "köleler ehramları en kolay ve kısa yoldan nasıl yapabilirler" diye bir teklifle değil, Firavun'un ehramları kölelere yaptıran düşüncesiyle çatışmak için başkaldırdı. Eğer günümüzde bir müslüman, kendi gücüne dayanmasını bilmiyorsa, Hz. İbrahim (as) gibi, tek başına bir ümmet olmanın şuurunda değilse, bu müslüman neticede sahte ilahların koltuk değneği olmaktan kurtulamaz. Müslümanlar; Rasulullah (s.a.v.)'in Mekke'de başlatıp Medine'de sürdürdüğü sünnet çizgisini hayati bir yöntem olarak adım adım izlemedikleri müddetçe, hedeflerine ulaşamazlar.

   Şükrü öğretmen araya girdi:

   — Muhsin kardeşin bu tesbiti, enfes bir tesbittir. İslam'ın mahkûm olduğu ülkelerde müslümanların Demokratik yöntemlerle sürdürdükleri mücadele, mü'minlerin aleyhine kâfirlere yol vermekten başka birşey değildir.

   Yapılan münakaşayı sakin bir şekilde dinleyen teşkilat muhasibi Hasan tartışmaya katıldı:

   — Kardeşler! Sizin söylediklerinizi çok iyi anlıyorum. Günümüzün müslümanları meşru iktidarlarıyla birlikte meşru mücadele şekillerini de kaybetmişlerdir. Bugün bizler, inançlarımızı mahkûm eden düşmanlarımızın önümüze koydukları yöntemler miktarınca mücadele etmeye çalışıyoruz. Bunun için de muvaffak olamıyoruz.

   Mert, sert çıkışlarına devam ediyordu:

   — Kardeşler! Sizin söyledikleriniz doğru. Ama partideki abilerimiz böyle düşünmüyorlar. Onlar, seçimlere katılmamayı küfre hizmet cümlesinden sayıyorlar. Hicret Gazetesinin son sayısını geri göndermemizi isteyenler de onlardır. Onlar da partinin genel merkezinden gelen emrin gereğini yapıyorlar.

   Muhsin, tebessüm ederek sözü aldı:

   — Mert Abi! Partideki abilerimiz rablarımız değildir! Bizler partideki abilerimizi ve parti genel merkezini razı etmekle değil, Allahu Teala'yı razı etmekle mükellefiz.

   Mert ise öyle düşünmüyordu:

   — Bizler görünür kavgadaki yerimizi mutlaka almalıyız. Bunun da yolu seçimlerdir, bu da parti mücadelesini desteklemekle mümkündür.

   Muhsin, tebessümü çehresinden eksik etmiyordu:

   — Mert Abi! Görünür kavgada bizim yerimiz yoktur. Çünkü bugünkü kavga, sahte ilahların egemenlik kavgasıdır. Parti mücadelesi, ilahlar düzenini devam ettirme mücadelesidir. Müslümanlar olarak diyoruz ki; ilahlar düzeninin devamı için oy yoktur!

   Muhsin'in bu net ve sert tavrı karşısında Mert, sinirli bir şekilde kestirip attı:

   — O halde yollarımız ayrılıyor. Biz, Milli Türk Talebe Birliği Teşkilatı olarak, Demokratik yollarla verilen mücadeleden yanayız. Bu mücadele yöntemini kabul ediyorsanız buraya gelirsiniz. Şayet kabul etmiyorsanız, bir daha teşkilatımızı rahatsız etmeyin.

   Muhsin, bu tavır karşısında hızla ayağa kalkarak kesin ve net bir tavırla cevap verdi:

   — Biz, Rasulullah (s.a.v.)'in Mekke'de başlatıp Medine'de sürdürdüğü mücadele yöntemini esas almayan bütün mücadele şekillerini gayr-i meşru kabul ediyoruz. Dolayısıyla yollarımız birbirinden ayrılmıştır. Allahu Teala, hepimizi Şeriat'ına bağışlasın.

   Sonra, selam verip çıktı ve oradan ayrıldı.

  Belâ Güzergâhında Dert Durakları (Mustafa Çelik)

 

O

 

O